Berlinale’in son günleri yaklaşırken zamanın neden bu kadar hızlı aktığı bir kez daha sorguluyorum. Çok sevdiğim bir büyüğüm, “Zaman çocukken geçmek bilmez, çocukluk bitince ise asla durmaz.” demişti. Beni çok etkilemişti bu sözü. Berlinale bunu çok iyi anlamamı sağlıyor.
Son iki günümde izlediğim son filmlerin tadını çıkarırken bir yandansa şehri geziyorum. Arada çok kötü filmlere denk geliyorum genelde, onları yazmak bile istemedim. Zaten bana sorarsanız rezalet bir ödüllendirme sistemi vardı festivalin, ona girmek bile istemiyorum. Fakat arada birkaç tane cevhere denk geliyorum. Bunlar, ülkemizde de kesinlikle ses getirecek filmler. Dijital platformlar ve festivallerde göreceğimiz yapıtlar. Salondayken bunu hissetmek, prömiyerdeyken bunu görebilmek oldukça ayrıcalıklı hissettiriyor.
Festival genel hatlarıyla başarılıydı. Her ne kadar seçki olarak pek doyurmasa da pandemiye rağmen oldukça sıkı önlemler uygulandı, bu sayede festival aksamadan ilerledi. Çevremde koronaya yakalanan kimseye rastlamadım ki bu bana sorarsanız festival yönetiminin bir başarısı. Gösterimlerin çok fazla salona dağıtılması da oldukça iyiydi. Çevrimiçi bilet sistemine geçilmesi festivallerde eskiden yaşanan yer bulamama gibi sıkıntıları ortadan kaldırmış.
Çok güzel bir seyahatti. İlk festivalimdi, daha niceleri olacaktır umarım gelecekte. Hele pandemi olmaz ve toplu etkinlikler de olursa mis gibi olur.
Fırtınadan dolayı rötar yaptıkça yapan uçuşuma elimde kiloluk Haribo’lar ile giriyorum. Uçak anksiyetemi çatlayana kadar şekerleme yiyerek atlatacağımı düşünüyorum. Şansıma o kadar çok türbülans oluyor ki korkudan uyuyakalıyorum.
Uçakları sevmiyorum. Seneye olan Berlinale’e kadar İstanbul-Berlin arası ışınlanma bulunacak umarım. Benden duymamış olun ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda çalışmaları var, önümüzdeki günlerde kamuoyuna duyurulur.
Başka bir festivalde görüşürüz.