Kim olamadığını otuzlarının sonunda anlayıp bu keşfin ağırlığında ezilen dul bir kadın… İstemediği bir hayatı yaşadığını henüz anlamadan geçen yılların acısını sevdiklerinden çıkarmaya çalışan. Anlatmak istediği çok şey varken, anlatmak isteyeceği çok az insan olan…
Her gece son içkisini içtiğine inanan alkolik bir polis… Aşkını alkolle hem tetikleyen, hem kontrol altında tutan… Suçlu saplantılarını hala tutuklayamayan…
Hayata ve kendine karşı rol yaparak o güne kadar kaybettiği her şeye tek bir gecede kavuşmayı düşleyen genç bir kadın… Alaaddin’in sihirli lambasına sahip olacağından eminmişçesine yaşayan… Bağ kurduğu bütün insanları yalanlarıyla sınayan…
Tüm geçmişini tek bir mekana hapsederek tekrar tekrar yaşamayı deneyen Manchesterlı genç bir adam… Kapıların tamamen kapanmasından korkup ona verilen bütün anahtarları saklayan…
Hayat birçok kere anlamını yitirir. Acımasız olmaya başlar ve size de duyarsızlaşma taklidi yapmaktan başka bir şey kalmaz. Etrafınızdaki herkes ve her şey sahtedir. Uzun zamandır mücadelesini verdiğiniz (ya da verdiğinizi sandığınız) hiçbir meselenin bir sonuca varmadığını anlarsınız öylesine yaşanmış tek bir anda. Çabalarınızın sömürüldüğünü ve siz de dahil kimsenin ne yapmaya çalıştığınızın farkında olmadığını, ama herkesin farkındaymış gibi davrandığını…
Anlarsınız ve anlatmak istersiniz. Sonra ‘Hayatın Gerçekleri’ başlığı altında bir dizi şeyden bahsedilir. Bir kulağınızdan girer, ötekinden çıkarlar. Herkes başka bir dünyaya uyanmıştır. Ne onlar sizi ne de siz onları anlayabiliyorsunuzdur. Anlamak için kendiniz hakkında düşünmeyi bırakmayı denersiniz. Yapamazsınız. Sonra kendinize karşı dürüst olup olmadığınızdan o kadar şüphe edersiniz ki, başkalarının sizin hakkınızda söylediği her şeye inanmaya başlarsınız. Ve bu genellikle onlar haklı olduğu için değil, kendilerinden emin durdukları için olur. Zamanla siz de sahteleştiğinizi hissedersiniz. İşte en kötüsü de budur. Sahteleştiğinizi bilmeye tahammül edemezsiniz ve etrafınızdaki insanlara olduğu gibi kendinize de inancınızı kaybedersiniz.
Sonraki adım çekip gitmektir. Hiç bilmediğiniz ve bilinmediğiniz yerlere ve insanlara gitmek. Yola devam edebilmek için ihtiyacını duyduğunuz şey, hayatlarına öylesine uğradığınız insanların karşılıksız dürüstlüğüdür. Hiç tanımadığınız insanlardan kim olduğunuzu dinlemektir. Yüzünüze alıştıkça görmek istediğiniz görüntüyü yansıtan eski bir ayna değil, her şeyi tüm çıplaklığıyla yüzünüze vuracak yeni bir aynadır aradığınız. Siz hırpalanan güven duygunuzdan temelli vazgeçmek niyetindeyken belki de yapılması gereken asıl şey o güveni yeniden yakalayıp içinizde bir yerlerde alıkoymaktır. İçi anahtar dolu kavanoz hala orada durmakta, hayatsa Wong Kar Wai filmlerinde olduğu kadar yavaş akmamaktadır.
Dil, ülke ve oyuncular farklı fakat Çinli yönetmenin büyülü anlatımı her zamankinden farksız. My Blueberry Nights da, bittiğinde hem söyleyecek çok şeyiniz olduğu, hem de hiçbir şeyinizin olmadığı tipik bir Wong Kar Wai filmi. Tanımlamasını yapamadığınız bir duygu… Biraz tatlı, biraz ekşi… Yabanmersinli bir pasta gibi…