Mad Max: Fury Road (2015), bir gişe canavarı olarak aylar öncesinden fragmanları internet sitelerine düşen, üzerinde sıkça konuşulan, konuşuldukça merak uyandıran, hayran kitlesinin de etkisi ile sözüne bulacağı muhatap sayısını günden güne katlayan Hollywood yapımı bir seri filmi. Bu saydıklarımız alternatif sinema (bağımsız, festival alüvyonik de diyenler var) takipçilerini daha filmi görmeden ürküten, onlarda şüphe uyandıran özellikler. Suffragette (2015) ise konuyu bilen, oyuncu ya da yönetmeni takip eden, bir şekilde filmin posteri ekranına düşmüş küçük bir grup tarafından beklenen, Hollywood’un flaş film standartlarına göre daha uygun bir bütçeyle yapımı tamamlanmış, Türkiye’de adamakıllı salon bulamayan, ana akım sinema takipçileri tarafından burun kıvırılan, ancak iyi bir organizasyonla bir salon dolusu kadının coşkuyla izlediği bir film. Bize, üzerine bolca konuşma fırsatı veren, iki filmin buluştuğu nokta ise feminizm.
İdeolojiler, aynı telefonlarımızda kullandığımız uygulamalar gibi sürekli güncellenirler. Bu güncelleme eskisinin atıldığı, yenisinin herkes tarafından kabul edilip benimsendiği anlamına gelmez. Sadece yeni bir çatışma alanı açılmıştır o kadar. Feminizm, ideolojiler arasında ömrüne oranla en sık güncellenen, fraksiyonları sürekli dallanıp budaklanan akımdır. Canlıdır, yerinde duramaz. Kadın-erkek herkes tarafından değeri son yıllarda anlaşılmaya başlanan, sorunlara yönelik bakış açıları yeni yeni fark edilen bu ideolojinin sürekli güncelleme geçirmesinin diğer bir sebebi de kadının, kendi dünyasının keşfedilmeye açık sonsuzluğudur. Genel anlamda, “İnsanın kendini keşfetmesi tamamlanmıştır.” diyemiyorken, özelde kadın dünyasının geç keşfinin, ‘yeni’ye ulaşmamızda bir çözüm yolu olacağına inanıyorum. Nasıl mı? Niçin mi? Suffragette ve Fury Road örnekleri üzerinden bahsettiğimiz bu keşfi biraz betimlemeye çalışalım.
Suffragette’in konusu temel olarak kadınların oy hakkını elde etme mücadelesidir. Kadına dair ayrıntı sayılamayacak kadar büyük sorunları bu çatı konu altında inceleyen film; kadınların politik haklarını aramalarını, çift mesai yapmalarını, verdikleri saygı görme savaşımını, eşitsiz ekonomik dağılım ve bağımlılığı, doğal olarak da kamusal-özel ayrımının doğurduğu problemleri işliyor.
Maud Watts (Carey Mulligan), çocukluğundan beri fabrika çapında büyük bir çamaşırhanede çalışıyor, evli, bir çocuğu var, çalıştığı iş yerinden aldığı maaşını evde kocasına teslim ediyor, hayalindeki evi vitrinde gördü mü donup hayallere dalıyor. Süfrajet Hareketi’ne dâhil olduktan sonra, yıllarca deneyimlediği ve gözlemlediği haksızlıkların kendisinde biriktirdiği nefretle, davası olacak feminizm adına yapılabilecek tüm fedakârlıkları yapıyor. Evinden, çocuğundan, eşinden, işinden, özgürlüğünden veriyor. Hatta biz filmin sonuna doğru canını da vermesine ‘şahit olacak mıyız’ diye merakla izliyoruz.
Mad Max’in dördüncü filmi Fury Road, bizi soluksuz bırakacak bir aksiyon dizisi sunduğu distopyasında sürüklerken; sözünü aralarda, küçük anlarda söyleyiverip geçiyor. Çatı konusu itibariyle kıyamet sonrası bir dünyada insanlar petrol veya su için değil de kendi onuru için savaşıyorlar. Alt başlıklara göz attığımızda da doğaya karşı duyarsızlık, sömürülmeye gösterilen rıza, dogma inançların pençesinde ‘sorgulama’dan yoksun inançlar ve tabii ki kadınların bu düzeni kuran ve devam ettiren ataerkil mantığın sonucunda ortaya çıkan hâlleri görülüyor. Bu başlıklara filmden sahnelerle örnek vermek gerekirse; dünya mahvolduktan sonra dahi petrol ve kurşun kabilelerin varlığı kıyametten ders alınmadığına, doğanın bizi sadece besleyen bitki ve hayvanlardan oluştuğunu düşünen zihniyetin devamına delil değil midir? Kendini ölümün kollarına şevkle atan çocukların son sözleri niçin “Şahit ol.” dur? Kadınların ‘üreyici’ gibi sınıflara ayrılması veya sütlerinin makinelerle sağılması ataerkil bakışın kristalize edilmiş hâli değil midir?
Fury Road’ın ve Suffragette’in feminist bakış açıları arasında temel bir farklılık olduğu kanısındayım. Bu ayrım, yazının başında bahsettiğimiz ideolojilerin fraksiyonlarının çeşitliliğinden de kaynaklanabilir veya hikâyelerin geçtiği zamana, anlattığı olaylara, kişilere ve onlar arasında kurulan ilişkilere göre de ortaya çıkmış olabilir. İki filmin karakerlerine yüklediği ahlaki akıl yürütme metotları arasındaki bir fark olduğu da söylenebilir. Sufragette yasaları yapmak isteyen kadınların mücadelesini anlatırken; Fury Road yeşil bir dünya için tohum taşıyan kadınların hikâyesini anlatır. Bu çok temel bir ayrımdır. Birincisi erkeklerin yasaları yaparken kadınları dahil etmemeleri sonucunda ortaya çıkan adalet ahlakının bir akıl yürütme biçimi iken, ikincisi özen ahlakının akıl yürütme biçimidir.
Feminizmin ahlaki akıl yürütme biçimlerini tartışmasındaki kaynağı, Carol Gilligan’ın çalışmalarıdır. Gilligan’a göre erkeklerin ve kadınların ahlaki gelişimleri farklı gerçekleşiyor. İki farklı ses olan “adalet ahlakı ve özen ahlakı” ayrımı da bu noktadan çıkıyor. Erkek ve kadınların farklı düşünmelerinden dolayı bu farklılık ortaya çıkmıyor, erkekler haklar ve adaletle ilgili, kadınlar da toplumsal ilişkileri korumakla ilgili alanlarda olduklarından iki farklı sesle konuşuluyor. (Kymlicka, 2006)
Suffragette’in “kadınlar için oy hakkı” mottosu etrafında kendilerine biçtikleri rol icraattır, laf değil. Bu icraatı yasaları çiğnemek değil, yapmak istedikleri için gerçekleştirdiklerinin altını çizerler. Maud filmin başlarında kadın hareketine dâhil olurken tesadüfler birbirini izler ancak davayı içselleştirmesi evinden atıldığında, çocuğunu bütün bütün kaybettiğinde gerçekleşir. Bu noktada bir özen ahlakından bahsetmemiz belki mümkündür. Çünkü yasa yapıcı olmak tek çözüm olarak görülse de Maud’un motivasyonu büyük ölçüde çocuğundan ayrı kalmaktır. Ancak filmin tamamı için bu “özen”li bakışın hâkim olduğu söylenemez. Filmin büyük bölümüne hakim olan; ahlaki sorunun kaynağı olarak “haklar ve kuralların” birbiriyle çatışmasını gösteren, çözümün de burada aranması gerektiğini savunan toptancı adalet ahlakı düşüncesidir. Şu soruyu sormadan edemiyor insan; kadınların oluşturacakları da yasa değil midir ve yasalar yapıları itibari ile hiyerarşinin habercisi değil midir? Hiyerarşi de bürokrasiyi getirmeyecek mi ve adalet ahlakının ilkeleri yeniden işlemeye başlayınca, kıyamete doğru bir adım daha atmayacak mıyız? Özen ahlakını değerli kılan, oluşan durumların üstünden bakan bir gözle, ilkelere ya da kurallara başvurmak yerine herkesin gereksinimini karşılayabilecek yolu bulmak için kendini durumun içinde konumlandırmasıdır. Yasalarla yeniden yapılandırılacak bir düzende “süregiden ilişkiler ağını korumak yerine evrensellik, farklarımıza özen göstermek yerine ortak insanlığa saygı, sorumluluk almak yerine hak iddia etmek” ilkeleri geçerli olacaktır.(Kymlicka, 2006)
Ve kıyamet, en sevdiğimiz, Fury Road… Her şeyi sil baştan gözden geçirme, yeniden kurma vakti gelmiştir. En büyük soru: O zaman yönetimi kime verelim? Furiosa (Charlize Theron) “üreyici” kızları, tüm doğan çocukların savaş beyi oldukları kaleden kaçırıp zaten bu dünyaya gidiyor, Yeşil Vadi’ye. Yeşil Vadi zamanında kadınların yaşadığı, kendi kurallarının olduğu, belki hiçbir kuralın olmadığı bizim filmde de göremediğimiz çölün ortasında bir yerde bataklığa dönüşmüş toprak parçasının adı. Oradaki kadınlar her türden tohumlar saklıyorlar. Bir gün ekebilecekleri ve hayatı gözleriyle görebilmelerine, ona dokunabilmelerine imkân verecek tohumları, ne pahasına olursa olsun “özenle” koruyorlar. Evet, Yeşil Vadi’nin kadınları savaşmaya gelince ‘bir erkek bir kurşun’ mantığına bürünüyor olsalar da rengârenk bir hayat için mücadele ediyorlar. Kendisinden başka “diğerleri”ni önemseyen, önceleyen bu ahlakın kaleyi ele geçirmesiyle filmi kapatırken yeni bir dünyaya kapıların açılmasını umuyoruz.
Ayrıca filmi özen ahlakı bakış açısına yaklaştıran diğer faktör de Max (Tom Hardy) ile Furiosa arasındaki ilişkinin incelenişi. Kymlicka’nın alıntıladığı haliyle Gilligan bu ilişkiye ışık tutmuş gözüküyor: “Adaletin penceresinden ahlaki bir aktör olarak benlik, bir toplumsal ilişkiler zemininin karşısında duran, kendisinin ve başkalarının çatışan istemlerini, bir eşitlik ve eşit saygı ölçütüne göre değerlendirmeye çalışan bir figürdür. Bir özen perspektifinden bakınca ilişki, benliği ve başkalarını tanımlayan figür durumuna gelir. İlişki bağlamında benlik bir ahlaki aktör olarak gereksinimi algılar ve bu gereksinime yanıt verir.” (Kymlicka, 2006) Erkek ve kadın dünyaları makro düzeyde birbirine taban tabana zıt talepleri içeriyor gibi görünüyor olsa da, Max ile Furiosa’nın ilişkisinin “kendi biricikliği” içinde değerlendirilmesi feminist ideolojinin ortaya koyduğu özen ahlakı ile birebir örtüşüyor. Aynı amaca gözünü dikmiş bir kadın ve bir erkeği görevlerini paylaşırken, yeri geldiğinde birbirlerini önceleyebilirken görüyoruz.
Fury Road ile Suffragette’in sinema izleyicisi ve okuyucusu tarafından ön yargılara ve ön kabullere yönelik bir yanılsama içerdiği benim açımdan bir gerçek. Fury Road, ana akım sinemanın içinde sözünü en yüksek seviyede, hem de o ana akım sinemanın kaynağından beslenerek söylemiştir. Bu, gerçek bir başarıdır. Diğer yandan Suffragette’in ise tarihi bir olayı canlandırmaktan öteye yeni bir söz söylemediği kanısındayım. Feminizm Suffragette’ten önce de aynı feminizmdi, sonra da aynı kalacaktır. Fakat Fury Road özen ahlakının uygulandığı, yaşandığı, mücadelesinin verildiği bir dünyayı gösterirken feminizme dair ‘yeni’ olanı seslendirdi.
Kymlicka, W. (2006). Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş. Istanbul Bilgi Üniversitesi.
Beni ‘Özen Ahlakı’ ile tanıştıran Semra Bayık’a teşekkürler..
Özen Ahlakina dair daha aciklayici bir kaynak onerebilir misiniz yazinin anlasilmasi adina? Tesekkur ederim!