Konu Almodovar olunca, mesele hep bir büyük açtıracak kadar derin. Bu kural usta yönetmenin son uzun metrajı Julieta’da (2016) da değişmemişe benziyor. Festival izleyicilerini griye paye bırakmaksızın “siyah” ve “beyaz” olarak ikiye bölen film, 28 Ekim’de vizyona girdi.
Julieta, kocası Xoan’ı kaybettikten sonra kızı Anita ile arasında bir uçurum oluşur. 18 yaşındaki ergen kızının bir gün kendisini terk edişiyle zorunlu olarak yeni bir hayatın kapılarını aralayan Julieta, hayatını “hiç yaşanmamış gibi” sürdürmeyi tercih eder. Bu görünürdeki pervasızlığa şaşırmayıp, filmin sonunu merakla getiren seyirciler ise Almodovar’ın derin dehlizlere daldığı anne-kız ilişkisini anlayıp anlamlandırabilirler.
İspanyol yönetmenin en iyi yaptığı şeylerden biri de kuşkusuz seyircinin karakterleriyle kurduğu empatiyi her hücresinde hissetmesini sağlamak. Karakterlerin “öyle” davranmasının bir nedeni olduğundan, tüm kararların bir temele dayandırılacağından o kadar eminiz ki -biraz da kendimizle ve de olası seçimlerimize yüzleşmek için- merakla izlemeye koyuluyoruz.
Ele aldığı her konuyu kendine özgün bir tatla anlatan usta yönetmenin seçimlerinden ödün vermediği bir film var karşımızda. Julieta’da ele alınan anne-kız ilişkisi baba-oğul ilişkisine evrilse ya da bu bir sevgili kaybını konu alsa mesela, yönetmenin temas ettiği yerin yine aynı olacağını görüyoruz.
Kayıpla baş edemeyen beşer, acısını yüksek sesle haykıran değil, içine gömen ve hiç konuşmayandır kimi zaman. Bir annenin, kızını hiç tanımadığını fark etmesi, canını “onu yok sayacak” kadar acıtabilir. Ve sonra bir koku, anı, görüntü her şeyi başa döndürebilir. Hayatınızda kaç kez “bu defa son” dediğinizi anımsarsanız Julieta’yı da anlayabilirsiniz.
Canınızın artık daha fazla acıyamayacağını düşündüğünüz an gelen son darbede teslim mi olursunuz, yoksa son bir gayretle ayağa mı kalkarsınız? Julieta’nın seçimini gördükten sonra bu soruyu kendinize sormanız kuvvetle muhtemel. Şimdi de yönetmenin ustalık döneminin başyapıtı olarak değerlendirilen Julieta’nın fragmanıyla sizi baş başa bırakalım.
Bir Almodovar filmi izledikten sonra onun karakterlerini, bazen de repliklerini bir süre başucunuza koymanız çok olası. Bir kayıp bundan daha güzel sözlerle anlatılamazdı:
“Yokluğun hayatımı tamamen dolduruyor ve onu yok ediyor.”