Yaşanmış bir olaydan esinlenen Beautiful Boy (2018), seyirciye vermek istediğini lafı dolandırmadan oldukça açık ve güzel bir şekilde veriyor. David Sheff ve Nic Sheff, baba-oğul ilişkisinin yanında iki yakın arkadaşlar da aynı zamanda. David’in, çaresiz bir şekilde oğlunun uyuşturucu bağımlılığından söz ettiği, karşısındaki uzmanı ve bizi durum hakkında bilgilendirdiği açılış sahnesinde, birazdan göreceğimiz baba-oğul ilişkisinin, özel bir baba-oğul ilişkisi olacağını hissedebiliyoruz.
Boşanmış bir ailenin çocuğu olan Nic, babasının yanında kalıyor ve David, yeni bir aile kurduğunda da oğlu ile arasındaki güzel ilişkiyi olması gerektiği gibi devam ettiriyor. Kendilerine has bir vedalaşma şekilleri olduğunu gördüğümüzde, bu ilişkinin derinlerine ineceğimizi ve sevgilerinin ne kadar özel olduğuna şahit olacağımızı tahmin edebiliyoruz. Bu sevgiyle paralel olarak, izleyeceğimiz sürecin iki taraf için ne kadar zorlu geçeceğini de.
Çoğu gencin boş bir merak uğruna denediği ot ile yetinmeyen Nic, bir süre sonra karşı koyamadığı doyumsuzluğunu yeni arayışlara bırakıyor. İnsan vücudundaki sinirleri ele geçirebilecek güçte olan metamfetamin bağımlılığına kadar giden bu süreçte, Nic’in üstesinden gelmek için savaşma “isteğinin” yetmediği, hem fiziksel hem zihinsel olarak oldukça zorlu bir yolculuğa tanıklık ediyoruz. Gerçek bir hikâyeye dayanmasıyla fark ettiriyor ki, bu tarz vakalar maalesef zaman zaman duyumsadığımız ve aşina olduğumuz vakalar. Amerika’da en yaygın ölüm sebebi olan uyuşturucu, ironik bir şekilde kendisine karşı verilen mücadelede en az desteği görüyor. Fakat bizler izlerken, David’in omzuna elimizi koymak, Nic’e başarabilecek güçte olduğunu söyleyip yanında olduğumuzu hissettirmek istiyoruz.
Hamurunda komedyenlik olsa da oynadığı her rolü, hakkını vermenin de ötesinde “yaşayan” Steve Carell ve son zamanların yükselen genç yıldızı Timothee Chalamet’in Oscar Adaylığına göz kırpan performansları, izlediğimiz hikâyeyi daha da anlamlı kılıyor şüphesiz. David’in ikinci eşi rolünde Maura Tierney ve ilk eşi olarak izlediğimiz Amy Ryan’ın da dozunda ve başarılı oyunculukları filmin genel atmosferine uyum sağlıyor. Yer yer kullanılan flashbacklerin filmin içine çok güzel yedirilmesi ve kullanılan geçişler oldukça başarılı. Boğaziçi Film Festivali’nde izleme imkanı bulduğumuz filmin, sinematografisi, yerinde kullanılan keyifli müzikleri, kısacası “her şey”i ile bu senenin iyi işlerinden biri olduğunu fark ediyoruz. Broken Circle Breakdown (2012) ile bizleri etkilemeyi başarmış Belçikalı yönetmen Felix Van Groening, bu başarılı dram ile Hollywood’a iddialı bir giriş yapıyor.