Köy yaşamının tekdüzeliği birçok tehlikeyi uzak tutmaktadır, ancak yer ve zaman tanımayan ölüm, herkes için olduğu gibi bu köyün insanları için de vardır. Önce köyün doktoru ciddi bir kaza geçirerek yaralanır. Köyde gerçekleşen bir sonraki kaza kereste fabrikasında çalışan bir kadının gizemli bir şekilde ölmesiyle sonuçlanır. Hasat şenlikleriyle bu olumsuz atmosfer biraz olsun dağılırken, Baron’un kaybolan oğlunun korkunç işkencelere maruz kalmış bir şekilde bulunmasıyla her şey altüst olur. Ölümün, sakin ve basit bir hayat sürmeye alışmış bu insanların tek büyük korku kaynağı haline gelmesi, onun etkisinin, bu köyde hiçbir yerde olmadığı kadar fazla hissedilmesine neden olacaktır. Lakin asıl dehşet verici olan, köy sakinlerin, endişelerini gizlemek adına giriştikleri soğukkanlılık rolünü korkunç derecede iyi oynuyor olmalarıdır.
Modern Avrupa sinemasının hatırı sayılır temsilcilerinden Michael Haneke bizleri I. Dünya Savaşı arifesindeki küçük bir alman köyüne götürüyor bu sefer. Şiddet, baskı ve bağnazlığın kol gezdiği köyde her şey bir tür sır perdesinin ardında cereyan ederken, Haneke’nin göstermekten çok ima etmeye dayalı anlatımı diğer filmlerinden farklı olarak Das Wiesse Band‘ta bir anlatıcı aracılığıyla sağlanıyor. Anlatıcı konumundaki köy öğretmeninin kaygılı ve bir o kadar da tarafsız olduğu izlenimi uyandıran gözlemleri -tam da Haneke’nin isteyeceği türden- uzun yıllar öncesinden kalma yerel bir efsanenin en doğal haliyle dile getirilişi misali bir etki yaratıyor.
Yönetmen, kullanmayı artık ritüel haline getirdiği Anna, Georg ve Eva isimlerini Das Weisse Band karakterlerine serpiştirmeyi ihmal etmezken filmdeki diyalog ve karakter fazlalığı Haneke’nin önceki filmlerinden belirgin bir farklılık olarak göze çarpıyor. Öyle ki her fırsatta kelimeleri tehlikeli bulduğunu ve onlara güvenmediğini söyleyen ustanın bu filmindeki şahlanış noktalarının birçoğunda ikili diyaloglar başrolü üstleniyor. Funny Games’deki soğukkanlı şiddetin ya da Benny’s Video’daki merak mahsulü cinayetin bizlerde bıraktığı şok edici etkiye Das Weisse Band’ta, Doktor ve ebenin aralarındaki ilişkiye yönelik acımasız bir dürüstlük taşıyan tartışmaları, Anna ile kardeşi arasındaki ölüm ve ölümlülük sorgulamaları, Peder’in çocuklarıyla yaptığı konuşmalar ve bunun gibi daha nice diyalog tekabül ediyor. Kim bilir, belki de Haneke bu sefer şiddet ve cinayetin kelimelerle de ifa edilebileceğini göstermeye çalışıyor.
Das Weisse Band, Haneke’nin alışılagelmiş insan ilişkileri söylemlerine farklı bir zemin hazırlamakla beraber yönetmenin özellikle sistem eleştirisi konusundaki söylemlerine de yeni boyutlar kazandırıyor. Daha önce apartmanlarda yaşayan insanları ve modern aile değerlerini insanları esaret altında tutan medeniyet kisvesine bürünmüş materyaller olarak anlamlandıran Haneke bu filminde, ilkel yaşam koşullarının egemen olduğu küçük bir köyü arka plana alarak asıl kötücül duyguların kaynağının hayat biçimlerinden ya da şartlarından ziyade insan etkileşimlerden kaynaklandığının altını çiziyor. Tabii bunu yaparken, bir arada bulunan bütün insan gruplarının birbirlerini sahte ve mutsuz bir hayata zorlamalarını bu eleştiri öbeğinin merkezine yerleştirmeyi ihmal etmiyor.
Filmin öne çıkardığı kavramlardan bir diğeri ise ebeveynlik oluyor. Pederin, çocuklarının kollarına onlara masumiyeti hatırlatıp günah işlemekten alı koyması amacıyla bağladığı beyaz bantlar biz izleyiciler gibi çocuklara da zorbalığı, şiddeti, cezayı ve nefreti hatırlatmaktan ötesine varmıyor. Böylece baskıyla ve cezalandırmayla terbiye edilen çocukların kendilerini ifade ediş şekilleri de yine aynı yollardan ilerliyor ve gizli bir intikam dürtüsü harekete geçiyor. Buradaki dikkat çekici noktayı çocukların anne ve babalarını cezalandırmak için belirledikleri kurbanları kendi aralarından seçmeleri oluşturuyor. Elbette bu seçim alelade faktörlere göre değil, diğerlerinden farklı ve korunmasız olmak gibi özelliklere göre şekilleniyor. Bu bağlamda yeni doğmuş bir bebek, zihinsel özürlü bir çocuk ya da Baron’un zengin bir hayat süren şımarık oğlu olmanız sizi açık bir hedef haline getirebiliyor. Ancak hepsinin özünde yetişkinliğin getirdiği sonsuz güç ve iradeye duyulan özlem yatıyor. Pederin küçük oğlu, bulduğu yaralı serçeyi beslemesi için babasından izin aldığında yalnızca bunun için sevinmiyor, yapılan hiçbir hatanın cezasız bırakılmadığını görerek büyüyen bu çocuğu asıl sevindiren şey belki de, babasının ”Bu büyük bir sorumluluk, bundan sonra bu serçenin hem annesi hem babası olacaksın,” sözleri oluyor. En nihayetinde yetişkinliğe adım atan kızı Doktor için nasıl Bayan Wagner’ın cinsel partnerliğinin yerini alıyorsa, pederin, doğasına aykırı olduğu gerekçesiyle oğlunun beslemesine izin vermek istemediği serçe de bir zaman sonra kafesteki muhabbet kuşunun yerini alıyor. Babasından intikam almak isteyen genç bir kızın katlettiği muhabbet kuşunun…
Martin Luther- Ein feste Burg ist unser Gott (Das Weisse Band) by filmhafizasi