2011’de Gürcistan’a gittiğimde 90’ların başındaki Türkiye ile karşılaşmıştım. Caddeler, araçlar, insanlar, kıyafetleri, bakkallar, hatta barlar… Oldukça tanıdık, ama geçmişte kalmış bir tanıdıklık hissiydi bu. O yüzden İlyas Salman’ın bir Gürcü filminde başrol oynaması beni pek şaşırtmadı. Sonuçta aynı doğanın insanlarıyız, insanoğlu kalemiyle farazi sınırlar çizse de aramıza. Zaten filmi izleyip de İlyas Salman’ın Türk olduğunu bilmeyen biri, onu doğma büyüme Gürcü sanar.
İnguri Nehri… Kafkas Dağları’nda kopup gelen bu nehir, Abhaza Bölgesi’nin de sınırını çiziyor. Gürcistan içinde özerk bir bölge olsa da iki taraf arasındaki çatışma, Gürcistan’ın 1992’deki bağımsızlığından beri süregelmekte. Yani silah seslerinin hiç susmadığı bir havza… Inguri Nehri’nin bir diğer önemli özelliği de alüvyon adacıkları. Kafkaslar’dan aşınma ile kopardığı verimli topraklar, deltaya varınca adacıklar oluşturuyor her yıl.
İşte adını bilmediğimiz yaşlı adam (İlyas Salman) teknesiyle böyle bir adacığa yanaşıyor Corn Island‘ın (2014) ilk sahnesinde. İlk önce külübesini inşa ediyor tek başına. Sonra kalan toprakları güzelce belleyip mısır ekiyor. Bu sırada kız torununu (Mariam Buturishvili) da getiriyor adacığa. Beraber çalışıyorlar, ırmakta balık tutuyorlar, yemek yiyorlar, külübede uyuyorlar…
Torun, ergenliğe yeni girmek üzere. Bu yüzden yeniliğe ve değişikliğe aç, ama küçücük bir adacıkta kendisinden katbekat büyük dedesiyle mahsur. Çevrede ara sıra duyulan silah sesleri, sahilden geçerken ona laf atan askerler onu korkutsa da merak ediyor, hemen kaçmıyor. Böyle bir hâlet-i ruhiye içindeyken, bir sabah mısır koçanları arasında yaralı bir asker buluyor.
Film çok az diyalog içeriyor. Derdini enfes görüntüleri ve güçlü reji çalışmasıyla anlatıyor. Bu yüzden de Macar görüntü yönetmeni Elemér Ragályi ile yönetmen George Ovashvili’nin yetkinlikleri daha da öne çıkıyor. Tabii bu sessizlik, oyunculuklara da yansıyor. İlyas Salman ile Mariam Buturishvili’nin doğal mimik ve jestlerinden güç alan performansları filmin ana öğelerinden.
Corn Island‘ın bu dingin dili, doğayı öne çıkarıyor. Onun gücünü, verdiği gibi aldığını ve farazi sınırları tanımadığını da gösteriyor. Bu hâkim güç karşısında, insanlığın umursamazlığı, açgözlülüğü, zaafiyetleri gözler önüne seriliyor. Karlovy Vary Film Festivali’nde En İyi Film seçilen Corn Island, Oscar yarışında ilk beş aday arasına girer mi bilinmez ama insan ile doğa arasındaki ilişkiye çok farklı bir bakış açısı getirdiği de su götürmez bir gerçek.