Polat Öziş: Harikulade Tespitlerden Oluşan Hikâyecikler Toplamı
2010 yılında çektiği Çoğunluk filmiyle muhafazakâr orta sınıfın gündelik hayat dertlerine eğilen Seren Yüce, bu sefer kamerasını ekonomik açıdan biraz daha rahat olan “Beyaz Türkler”e odaklıyor. Hikâye, her ne kadar temas ettiği detaylar konusunda harikulade tespitler barındırsa da, bir film olarak bütünü yakalayamıyor. Özellikle karakterlerin içi boş duruşu oldukça göze batıyor. Bu durum da izleyenlerin hikâyenin içine girmesine engel oluyor. Özellikle Seren Yüce’nin Çoğunluk’tan sonra sinemaya altı yıl ara vermesi, esasen onun tüm biriktirdiklerini tek filmde toplamasına neden olmuş izlenimi yaratıyor.
Filmin konu bütünlüğünde bariz eksikler olsa da, Rüzgârda Salınan Nilüfer’i net bir kötü film diye tanımlamak yanlış olur. Özellikle ülke sinemamızda yapılan diğer işleri baz aldığımızda buram buram kalite koktuğunu söylemek yerinde olacaktır. Teknik açıdan, Çoğunluk’un fersah fersah ilerisinde olan film, her ne kadar anlatmak istediği konuda sekteye uğrasa da sinematografik açıdan oldukça başarılı.
Filmin odak noktasında üç karakter mevcut: Şermin (Tülay Günal), Handan (Songül Öden) ve Korhan (Tolga Tekin). Hepsinin kendi içerisindeki dertlerine şahitlik ettiğimiz film, özellikle Handan karakteri üzerinden ilerlemeyi tercih ediyor. Bu noktada şüphesiz Songül Öden’in parmak ısırtan performansına ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Oyuncu, elini attığı her işten başarısızlıkla ayrılan, içten pazarlıklı bir burjuva olan Handan karakterine öylesine destansı bir şekilde hayat veriyor ki, filmi izleyen herkesin kendisine hayranlık duymasına olanak sağlıyor.
Şermin’in entelektüel bunalımları, Korhan’ın cinsel problemleri ve hikâyenin en dikkat çekici noktalarından olan iletişimsizlik; her ne kadar Beyaz Türkler diye tabir ettiğimiz orta üst sınıfa mensup kişilerin kendi içerisindeki aksak yönlerine ışık tutsa da, esasen filmin bir bütün olmasının önüne geçiyor. Bu da filmi harikulade tespitlerden oluşan bir hikâyecikler toplamı hâline getiriyor. Ancak bu noktada yiğidi öldürüp hakkını yememek lazım. Seren Yüce, sadece odak noktasına aldığı sınıfa ait değil, toplumun her kademesinde yaptığı gözlemleriyle aslında hepimizin dost meclislerinde konuştuğu yahut konuşabileceği sohbetleri beyazperdeye taşıyor. Hakkında onca kötü şey de söylesek, cesareti ve realist yapısından dolayı Rüzgârda Salınan Nilüfer; sinemamızda son yıllarda üretilen filmler arasında takdiri hak edenlerden bir tanesi.
Dilan Salkaya: İyi de Nilüfer Rüzgârda Salınmaz ki!
Altı yıllık bir aranın ardından Rüzgârda Salınan Nilüfer ile seyircisini selamlayan Seren Yüce, iletişim çağındaki iletişimsizliği anlatmak için tercihini iki kentsoylu aileden yana kullanıyor. Tutunacak dal bulamayan Handan (Songül Öden) ve genel anlamıyla boşlukta asılı duran karakterleriyle, kendilerini gerçekleştirmek adına ne yapmaları gerektiğini bilemeyen ve bu sebeple durmadan salınan insanlar, AVM ve cafe kültürüne hapsolmuş insancıklar olarak bizi irite ediyor. Cast ve mekân seçimi, her ne kadar Yüce’nin anlatmak istediği steril, ışıklı, lüks hayatı ve o hayatın getirisi yüksek topukları, şık kıyafetleri, aşırı dozda tüketimi, her şeye kolay erişilebilirliği desteklese de, filmin senaryosu, algının perdeden kopup farklı yönlere savrulmasına sebep olan eksikler barındırıyor. Neden filme dâhil olduğunu kestiremediğimiz bazı karakterleri bir yana, film, girişinde yarattığı beklentiyi finaliyle karşılayamıyor.
Yüce’nin hayata ve hayatını perdeye yansıttığı üst orta sınıfa dair tespitleri, filmin incelikli ve detaya yaslanan yönünü oluşturuyor ki bu anlamıyla film, bir “yönetmen filmi” olduğunu belli ediyor. Ancak tespitlerin, artık çok sık karşılaşır olduğumuz durumlardan oluşması, seyirci üzerinde bir “boca” etkisi yaratıyor. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu ve yönetmenin, izleyenin tahammül eşiğini zorlamak istediğini düşünürsek; evet, Yüce istediğini elde etmiş. Ancak bu, filmi başıyla ve sonuyla bütünlüklü bir hâle sokmaya yetmemiş.
En yakın arkadaşı Şermin’in söylediklerini ve yaptıklarını taklit ederek yaşamaya, kaba tabirle “olmaya” çalışan Handan, Çoğunluk’tan farklı olarak daha karakter merkezli ilerlemeye çalışan filme rağmen, yetersiz ve sığ kalıyor. Hikâyeyi çatışmalarla ve kırılma anlarıyla desteklemek yerine bir hayat kesiti şeklinde vermeyi tercih eden Yüce, senaryonun bazı bölümlerini son anda çekmekten vazgeçmiş hissi doğuruyor.
Çıkar içgüdüsüyle hareket eden, ahlaki yönden yozlaşmaya başlamış, değer yargılarını kaybetmiş ve yerine koyacak yeni değerler de bulamamış, iletişim kurmada problemler yaşayan, her istediğine bir kredi kartıyla kolayca ulaşabildiği için tatmin olamayan bir kesim perdeye aktarılırken, aklımızda bazı soru işaretleri kalıyor. Sarkan ritmine tahammül edip iyimser yaklaşırsak, Rüzgârda Salınan Nilüfer, Seren Yüce sinemasının gözlemci ve tespit edici yönünü destekleyen bir yeni film olması ve yabancılaşma çağında seyircide yabancılaşma etkisi yaratmayı başarmasıyla izlenmeye değer diyebiliriz. Ama diğer taraftan: İyi de nilüfer rüzgârda salınmaz ki!
Hande Sönmez: Sonsuza Kadar “Mutsuz” Yaşadılar
Handan ve Korhan evlidir, çocukludur ve mutsuzdur. İçlerindeki boşluğu doldurmak için sarfettikleri çabalar, boşa atılmış bir kurşun olmaktan öteye gitmemektedir. O kadar ama o kadar sıkılırlar, ki bu durumu değiştirmek istemek bile onlar için sıkıcı bir eylemdir. On yaşındaki kızları Aleyna’yla kurdukları ilişki bile materyalisttir.
İlk filmi Çoğunluk’la bizi orta hâlli bir ailenin dramına ortak eden ve bunu çok iyi beceren Yüce, bu sefer üst sınıf buhranlarını perdeye taşıyor. Film, ilk kırk beş dakika şahane ilerlese de sonrasında klişelereden biraz şişiyor. Filmin en büyük şansı kuşkusuz Songül Öden ve Tolga Tekin’in çok iyi performansları. Özellikle Öden, Handan’a vücut dilinden tepkilerine, yürüyüşünden “ev yapımı limonata” sipariş etmesine dek müthiş ince nüanslarla hayat veriyor. Handan-Korhan çiftinin beslendiği bir diğer çift (maddi durumları iyi değildir ama elbette nispeten mutludurlar) Şermin ve Aykut’u canlandıran Tülay Günal ve Erarslan Sağlam da aşağıda kalmayacak performanslar sunuyor.
Derdi olan “evlilik kısır döngüsü”nü anlatırken zaman zaman kendisi de bir kısır döngüye dönen filmin, bu yılın en çok konuşulacak yerli yapımlarından biri olacağı kesin. Kesinlikle izlenmeli ama başyapıt olarak mı değerlendirilmeli, orası size kalmış.
Alpaslan Paşaoğlu: Yerini Beğenmemiş Çiçek Nilüfer
Çoğunluk filminden tam altı yıl sonra tekrar sahneye çıkan Seren Yüce; Yeni Sinemacılar’ın bilindiği üzere son halkası. İlk filmi ile büyük ilgi uyandırarak çok sayıda ödülün sahibi olan Yüce, ikinci filminde mahallesini değiştirse de aynı konunun etrafında dönmeye devam ediyor. Orta üst gelir grubuna giren çeşitli sosyoekonomik sınıfların yaşamlarını mercek altına alan Seren Yüce’nin Rüzgârda Salınan Nilüfer’ini, adı ile müsemma olduğunu düşünerek yerini beğenmemiş çiçek kategorisine sokuyorum. Nilüfer çiçeğinin yaşam alanı tespiti ile ilgili yersizliğin filmin espirisi hâline getirilmesi ile karakterleri soktukları mahalleler de bir o kadar yersiz ve kimliksiz görünüyor.
Çoğunluk‘taki Anadolu sermayeli zenginliğin içinden gelen muhafazakâr sağ muktediri, bu filmde yerini liberal ve yeri geldiğinde de seküler takılan seçkinci bir kitleye bırakıyor. Bu noktada film, kendini Çoğunluk ile mecburen bir benzeştirmeye sokuyor. Yine ilk filmde olduğu gibi hikâyenin ya da yaşamın tam ortasından daldığımız akış, kendi hâlinde biz seyirciye bir şeyler izlettiğini unutarak devam ediyor ve tarif ettiği kitlenin hayat alışkanlıklarını bir kısır döngüye sokuyor. Kezâ film bu noktada belki bilinçli bir tercih ile bu anlatı yolunu tercih etse de, “İşte şu insanlar aynen böyle yaşarlar.” tarifinden öteye gidemiyor. Her biri kendi içinde çok yeterli gerçeklikleri barındıran film karakterleri, bir araya getirildiklerinde ise eğreti duran bir gruba dönüşüyorlar. Yeterli maddi imkânlara sahip iki çiftten oluşan arkadaş grubu, çok farklı dinamiklere hitap ettiği için gerçek hayatlarında bu kadar zorlama bir şekilde ilişkilerini devam ettiremeyecekleri hissini bende uyandırıyor.
Yazar Şermin (Tülay Günal) karakteri üzerinden ideale en yakın kadın figürü oluşturulurken, onu bile kendi ruhundaki belirsizliklerden dolayı tam sevemiyoruz. Evet, ana temada hissettiğimiz yoğun bir iletişimsizlik problemi olduğunu yadsıyamasak da, film kendi seyircisi ile de aynı iletişimsizliği devam ettiriyor. Ev içinden uzun sabit sekanslar bu devinimsizliği, süresini çok uzatarak ifade ediyor. Halbuki AVM, cafe ve restaurant sahneleri o kadar hızlı bir şekilde geçiştiriliyor ki, birbirleri ile sanki iki cümle konuşmak için buluşan karakterler; limonata, tatlı ve tüm yemeklerinden birer lokma alarak sofralarından zengin kalkışı yapan eğrilikler ortaya çıkartıyorlar. Handan (Songül Oden) ömrü boyunca herhangi bir şeye motive olup öğrenme gerekliliği hissetmediği dünyasında mutsuz ve negatif bir enerji yayarken çevresine, kızının da ondan farklı olmayacağı gerçeği aklımızın bir köşesinde yer ediniyor. Gizli çekememezlikler -ki Songül’ün yaşam mottosu apaçık bir şekilde, “Herkes nasıl yapıyor!“-, bir miktar maddi bağımlılıktan dolayı olsa da, ısrarla iletişim kuramamayı sürdüren karakterlerin amacını bir türlü çözemediğim film, bizlere sadece mutsuzluk ve huzursuzluk armağan ediyor. Evlilik kurumu ile problemini benzer gelir grubuna sahip farklı mahallelerden ileten Seren Yüce, Rüzgarda Salınan Nilüfer ile direkt bir öneri sunmadığı akışında, sadece ilgili yaşam formlarına çanak tutuyor. Sonuç olarak, Çoğunluk sonrasında Seren Yüce’nin heyecanla beklediğim ikinci film serüveni, hayal kırıklığı yaratmasa da beni tatminsiz bir şekilde ortada bırakıyor. Gelecek projelerinde umarım bambaşka hikâyelerle, anlatım üslubunun da üstüne koyarak ilerler.
Çınar Ünal: Tespitler Treninde Bir Tur
Çoğunluk’la parlak ‘’ilk film” açılışlarından birini yapan Seren Yüce; altı yıllık, uzun da sayılabilecek bir aradan sonra sinema tarihinde altında kalındığını bolca gördüğümüz ikinci film yükünü taşıyabiliyor mu? Bu satırların sahibine göre altında kalmıyor. Peki üstüne çıkıyor mu? İşte bu kısım, sonu soruyla biten bir tespitler turuna götürüyor bizi.
İlk filminin ardından Yüce bu kez orta üst sınıfın kendi gerçekliğini var etme savaşına odaklanıyor. Orta yaşlarda evli iki çift üzerinden çıktığımız bu turda spot, çoğunlukla kendini var etmeye, daha doğrusu kendine ait olmayan bir benlik yaratmaya çalışan Handan’ın üzerinde geziniyor. Orta üst sınıfa sirayet eden ‘’üretme, yaratma’’ tatminsizliği üzerine Yüce, işlevsiz tek bir diyaloğa yer vermeden bizi tespitler turuna çıkarıyor. Tur diyoruz çünkü filmin başında bindiğimiz tespitler treninde bir tur atıp dönüyoruz. Yüce’nin Rüzgârda Salınan Nilüfer’deki başarılı tespitleri, yaratmayı istediğini belirttiği bir yüzleşmeye dönüyor mu peki?