Viskningar Och Rop (1972)
Usta yönetmen Bergman’ın, teknik anlamda kusursuz olarak nitelendirilebilecek olan Viskningar Och Rop’u (1972), filmin görüntü yönetmeni Sven Nykvist’e de En İyi Görüntü Yönetimi dalında Oscar ödülünü getirmiştir. Özgün sinematografik dili ile döneminin sinema anlayışını derinden etkileyen film, Bergman’ın renk kullanımı noktasındaki spesifik tercihleri ile dünya sinema tarihine adını unutulmaz harflerle yazdırmayı başarmıştır. Film, amansız bir hastalığın bir araya getirdiği üç kız kardeşin birbirleriyle olan huzursuz hesaplaşmalarını ve kendi içlerindeki ruhsal bunalımları beyaz perdeye taşırken; filmde göze çarpan en baskın unsur, karakterlerin psikolojik durumları ile bütünlük oluşturan kırmızı, beyaz ve siyah renklerin yoğun kullanımı oluyor. Bergman bir röportajında film için şunları söylüyor: ‘’Viskningar Och Rop dışındaki tüm filmlerim siyah ve beyaz şeklinde düşünülebilir. Senaryoda kırmızı benim için ruhun içini temsil etmektedir. Çocukken ruhun bir ejderha, mavi bir duman, yarı kuş yarı balık geniş kanatlı bir yaratık gibi gökyüzünde hareket eden bir gölge olduğunu hayal ederdim. Fakat ejderhanın içindeki her şey kırmızıydı.” Yönetmen, seyirciyi ruhun derin katmanlı yapısını keşfetmeye davet ederken, bir yandan da yüksek kontrastlı sahne geçişleri ve göz alıcı sanat yönetimi sayesinde bu uzun yolculuğu âdeta bir görsel şölene çeviriyor.
Acılar içerisinde kıvranan ve her geçen saniye ölüme biraz daha yaklaşan Agnes’in (Harriet Andersson) beyazlar içerisindeki soluk bedeni, merhametin, saflığın ve acının yarattığı arınmışlığın tezahürü olarak karşımıza çıkarken; üç kız kardeşin kapalı kapılar ardında saklı sırlarını muhafaza eden, itiraf edilemeyen hayal kırıklıklarını görkemli duvarlarına hapseden evin kan kırmızısına bürünmüş çehresi ise üzerinde; şehveti, hırsı, riyayı ve yıllarca bastırılmaya mahkum edilmiş tüm taşkınlıkları, her an büyük bir gürültü ile kusmaya hazır bir sinsi bir canavarın derin izlerini taşıyor. En nihayetinde, kaçınılmaz olan ölümün kapıyı çalması ile yutkunulan sözlerin silik fısıltılara dönüştüğü evde, matemin ulu törenselliği eşliğinde siyahlara bürünen ev sâkinleri, içlerindeki kırmızıyı bir anlığına da olsa örtmeyi başarabilmiş bir örtü bulabilmenin sarsıcı yalnızlığıyla sarılıyorlar sonsuzluğun en kara tonuna. Hayat, yaşadığımız anları renkler ile somutlaştırıp deneyimleyebildiğimiz bir yolculuk olsaydı eğer, Bergman’ın Viskningar Och Rop’u gibi, bedenimizde pusuda yatmakta olan bir ejderhanın kesik soluk alıp verişlerini hissederek, sert kırmızılara çevirirdik yönümüzü hiç tereddütsüz. Çünkü: ‘’Çocukken mavi bir duman, yarı kuş yarı balık geniş kanatlı bir yaratık gibi gökyüzünde hareket eden bir gölge’’ olan ruhumuz, yoluna devam ettikçe yavaş yavaş uyanır uykusundan, kana susamış bir vampir gibi susar kırmızıya, tüm hücrelerimize daha derin nüfuz eder; zihinde uslanmaz bir yankı ile dönüp durmakta olan Çığlıklar ve Fısıltılar’a dönüşür.
Elif Düşova