Bayramda vizesiz tatil dedik ve Moskova yollarına düştük. Gitmeden önce bazı önyargılarımız vardı. Özellikle muhteşem misafirperverliğiyle övünen canım milletimden bazı kişilerin bloglarında ve çeşitli yazılarında, “Ruslar çok kaba”, “hiç yardımcı değiller” gibi uyarıların sayısı hiç de az değildi. Sonuç olarak gittik ve yerinde gördük. Hiç İngilizce bilmemeleri epey ilginç geliyor. Bir soru sorduğunuzda cevap alamıyorsunuz. Adamların bilmek gibi bir derdi yok ne yapalım diyerek kendi başımızın çaresine baktık. Fakat İngilizce yol anlatmak için oldukça çaba sarf eden, hatta konuşamadığını fark edip zıp zıp zıplayarak özür dileyen kızın şirinliği bize yetti.
Gitmeye ve keşfetmeye kesinlikle değer. Metrolardakiler de dahil her tabela Rusça olduğu için başta epey zorluyor. Fakat bunun; doğru yönü bulunca kendinizle gurur duymanızı sağlamak gibi bir artısı da var!
Moskova’da landmark’ları çok detaylı gezme fırsatım olmadı. Kısa tatillerde genelde sokaklarda yürüyüp şehri keşfetme gibi bir hevesim oluyor. Bu kapsamda oldukça kişisel bazı önerilerimi aşağıya usulca bırakıyorum.
Gece gece St.Basil şekerliği
Kızıl Meydan tarafını ilk kez gece yürüyüşünde, meydanın içine giremeden, dışından dolanarak gördüm. En çok ilgimi çeken zaten şeker görünümlü St.Basil (Aziz Vasili) Katedrali’ydi ve gece yakından görüntüsü pek bir tatlıydı. Gündüz içini zaten gezersiniz. Siz gece de bir uğrayın yanına!
Biraz sanat, biraz Red October hipsterlığı
Şöyle bir rota çok şahane olabilir; Öncelikle Puşkin müzesi geziliyor. Müzede, Ortaçağ ve Rönesans resimlerinden Eski Yunan, Eski Roma ve Antik Doğu’ya uzanan geniş bir koleksiyon mevcut. Sonrasında bir kahve molası verip müzenin hemen karşısında yer alan Christ the Savior Katedrali’ni gezebilirsiniz. Benim gibi “dışarıdan bakıp büyülenmek yeterli” diyorsanız, katedralin hemen önündeki köprüden karşıya geçiş yaparak Moskova’nın hipster populasyonu yüksek Red October bölgesine ulaşabilirsiniz. Hemen köprünün ayağında ve nehrin kenarında yer alan Strelka Bar’a mutlaka uğrayın. Çünkü muhteşem bir manzara, lezzetli kokteyller ve tabi ki bol bol Instagram fotoğrafı sizi bekliyor. Gece de club oluyor ancak private party sebebiyle kapıdan çevrilmeniz olası.
Doğa ve sanat iç içe!
Parklara ve yeşilliğe olan açlığımızı fazlasıyla doyuran bir şehir Moskova. Çimlerde doyasıya yatıp, parklardaki müze ve galerilerde sanatsal aktivitelerde bulunabilirsiniz. Örneğin; Sanat Parkı (Park İskustv)’nın içinde yer alan ve Tretyakov Galerisi’nin ek binası olarak faaliyet gösteren Tretyakov Galeri’de Mikhail Lorionov, Natalia Gancharova, Marc Chagall, Yuri Annenkov, Pavel Filonov gibi Rus ressamların eserlerini inceleyebilirsiniz. Yine aynı parkın içinde bulunan Açık Hava Heykel Parkı da mutlaka gezilmesi gerekenler arasında.
Diğer bir alternatif ise şehrin en hareketli ve bol aktiviteli parkı Gorki Park’ın içinde yer alan Garaj Modern Sanat Müzesi. 21. yüzyıl Amerikan heykel sanatının öncülerinden olan Louise Bourgeois’ın sergisi ve dev örümcekleri görülmeye değerdi.
Kaçırılmayacak huzur deposu!
Genellikle Moskova’da görülmesi gerekenler arasında yer verilmediğini fark ettiğim Izmailovsky Park’a mutlaka gidilmeli diyorum. Diğer parklara göre oldukça sakin ve bakir olan bu parkta; uzun uzun ağaçların arasında yürüyerek, bisiklete binerek ya da nehir kıyısında dinlenerek bünyenizi huzura kavuşturabilirsiniz. Fazla oksijenden acıkırsanız parkın çıkışında yer alan büfede, Rusların geleneksel hamur işi çılgınlığına kendinizi kaptırabilirsiniz.
Ruslar de böyle eğleniyor!
Gündüz fazla yürüyüp bitkin düşünce, gece hayatına fazla adapte olamadık. Ancak Red October bölgesinde yer alan Rolling Stones Bar ve Gipsy’i deneyimleme şansımız oldu.
Rolling Stones’ta müzik ve ortam hiç bizlik değildi. Fakat herkes çok çılgın dans ediyor ve eğleniyordu. Saygı duymakla birlikte biraz garipsedik! Bakınız şöyle:
Gipsy’nin hemen girişinde yer alan döner, Türk kahvesi ve baklava standıyla önce kısa süreli bir şok yaşadık.
O sırada Gipsy’de Rus eğlencesi!
Bonus:
Gorki Park’ta yürürken şöyle bir dans hareketine denk geldik.