İnsan zihni, gerçeği algılarken bazı durumlarda yanılabilir. Gerçekliği anlamlandırmaya çalışırken travmalar, korkular ve birtakım bastırılmış duygular gibi nedenlerle, zihnin dünyaya olan bakış açısında ve algısında, bazı farklılıklar meydana getirebilir. Bu farklılıklar bazen gerçeği barındırmayan, gerçek dışı şeyler olabilir. Bu durumda bilinç ile bilinçdışının karışarak gerçeğin ayırt edilememesi, insanın psikolojisini olumsuz anlamda etkileyen bir durum olacaktır. Psikolojinin bozulmasına yol açan bu durum kaçınılmaz olarak insanın hayatını da her açıdan olumsuz etkileyecektir. Akabinde yaşanacak kimlik karmaşası, algıda bozukluk, zihinsel bölünmeler gibi problemler, bireyin hem kendisinin hem de yaşadığı hayatın zarar görmesine sebep olacak bir durum hâline gelecektir.
Sinemaya baktığımızda, gerçeklik algısının bozulmasını ve ortaya çıkardığı deneyimleri farklı bakış açılarından işleyen birçok film bulunmaktadır. Bu filmleri incelediğimizde insan zihninin ve iç dünyasının oldukça geniş ve çeşitli olduğu görülür. Bu tarz filmler, izleyiciye sonsuz bir sorgulama ile devam eden bir sinema deneyimi yaşatır. Nitekim izleyicinin de karakterle beraber kendi gerçeklik algısı ve zihninin sınırlarını sorgulamaya başlaması kaçınılmaz hâle gelir. Gerçek ile gerçek olmayanın iç içe olduğu bu psikolojik filmler, bittikten sonra da etkisini korumaya devam ederek izleyenlerin zihinlerini meşgul etmeye devam eder.
Filmin her saniyesinde zihnini canlı tutmayı ve gerçeğin peşinde âdeta bir dedektif gibi sevenler için bu listedeki filmler ilgi çekici olacaktır. Keyifli okumalar.
Black Swan (Yön. Darren Aronofsky, 2010)
İlk sırada yer almayı hak eden, yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı Black Swan (2010) filmi, izleyiciye öncelikle balenin zarif ve disiplinli dünyasına tanıklık ettirir. Daha sonra ise bu estetik dünyanın acımasız yapısında mükemmellik arayışına girerek, akıl sağlığını yavaş yavaş kaybetmeye başlayan bir kadın olan Nina’nın zihnine dikkat çeker. Nina, beyaz kuğu ile siyah kuğuyu sahneleyecek olan genç bir balerindir. Mükemmeliyet arayışı içindeyken beyaz kuğu rolünü başarılı bir şekilde canlandıran Nina, aynı anda siyah kuğu rolünü de canlandırmalıdır. Bu noktada, beyaz kuğunun saflığı ile siyah kuğunun karanlık tarafını aynı anda canlandırmak zorunda olan Nina, içsel sınırlarını ve kendini zorlamaya başlar. Nina, sahnede ortaya çıkardığı bu dönüşümün bedelini, kendi benliğini yok ederek öder.
Sahnedeki beyaz kuğudan siyah kuğuya geçiş yalnızca karakter değişimini değil aynı zamanda Nina’nın beden algısı ve gerçeklik duygusunun yitirilmesini simgeler. Aronofsky, film boyunca izleyiciye Nina’nın gördüklerinin gerçek mi yoksa zihinsel bölünmelerinin getirdiği bir şey olup olmadığını sorgulatır. Natalie Portman’ın Oscar ödüllü performansı ile Black Swan izleyiciye, gerçekliğin bozulduğu ve hayal ile bilincin karıştığı, merak uyandırıcı bir atmosfer sunmaktadır.
Shutter Island (Yön. Martin Scorsese, 2010)
Martin Scorsese’nin yönettiği Shutter Island (2010), bir dedektifin kaybolan bir akıl hastasını bulmak için gittiği bir adada, kendi zihninin karanlığı ile baş başa kalmasını konu alır. Dedektif Teddy’nin bu görevi âdeta zihinsel bir labirente dönüşür. Akıl hastanesinin bulunduğu ada her şeyden izole edilmiş bir hâldedir. Bu durum, filmin atmosferini daha kasvetli ve derin kılarken, dedektif Teddy karakterinin zihnindeki gerçeklik algısını da sürekli tetikler. Özellikle eşinin de ölümüyle travmatik bir geçmişe sahip olan Teddy, zihninde oluşturduğu hapishanede problemler yaşamaya başlar. Yönetmen, bu noktada adanın atmosferi ile karakterin zihinsel olarak yaşadığı çöküşü başarılı bir şekilde bütünleştirir.
Film boyunca Teddy’nin görüp duyduğu şeyler gerçeklikten giderek uzaklaşır. Bu noktada yönetmen, izleyiciyi de bu gerçeklik şüphesinin içine çekmeyi başararak aynı şüpheyi onlara da yaşatır. Final sahnesinde de bu durum kaçınılmaz olur ve izleyici yine karakterle beraber gerçeği sorgular. Shutter Island, gerçekliğin kolay bir şekilde nasıl oluşturulup yok edilebileceğini ele alırken; kimlik, travma ve gerçeklik algısı temalarını da derinlemesine işleyen etkileyici ve akılda kalıcı bir filmdir.
Fight Club (Yön. David Fincher, 1999)
Yönetmenliğini David Fincher’ın yaptığı ve Chuck Palahniuk’un aynı adlı romanından uyarlanan bu kült film, gerçeklik ve zihinsel bölünme deyince akla ilk gelen filmlerden biridir. Toplumsal düzene ve toplumun dayattığı kurallara bir tepki olarak başlayan film, bireyin zihinsel bölünmesini çarpıcı bir şekilde ele alarak işler. Filmde var olan anlatıcı karakter, uyku problemleri yaşayan, monoton bir yaşama sahip ve derin bir boşluk hissi yaşayan biridir. Bu durumdayken tanışarak arkadaş olduğu Tyler Durden, onun özgürlük arzusunun vücut bulmuş hâlidir. Anlatıcı ile Tyler’ın yeraltında kurdukları bir dövüş kulübü vardır ve bu kulübün amacı erkeklerin dövüş için toplandığı bir yerden olmaktan çıkmış, sisteme karşı bir örgüt hâline gelmeye başlamıştır. Bu noktada dövüş kulübü, âdeta karakterin bilinçdışının ve de bastırılmış öfkesinin bir sahnesi hâline gelir ve zihinsel olarak parçalanmaya başlar. Film boyunca, anlatıcıda meydana gelen bu zihinsel bölünme ise Tyler üzerinden anlatılır. Tyler, anlatıcının benlik arayışını temsil eder ve bir noktada film ilerledikçe Tyler’ın gerçekliği sorgulanır hâle gelir.
Fincher, izleyiciye gerçekliğin sorgulandığı bir atmosfer yaratarak, izleyeni de bir nevi bu zihinsel oyuna davet eder. Bu oyunun sonunda ortaya çıkan gerçek ise sanılandan daha derin ve çarpıcı bir etki yaratır. Edward Norton ve Brad Pitt’in unutulmaz performanslarıyla hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak kimlik arayışı ve özgürlük temalarını işleyen Fight Club akılda kalıcı olmayı başarmıştır.
Jacobs Ladder (Yön. Adrian Lyne, 1990)
Adrian Lyne’ın yönetmenliğini yaptığı en iyi filmlerinden biri olan Jabos Ladder (1990), savaş sonrası travmanın bireyin üzerinde bıraktığı etkileri ve zihninde bıraktığı hasarları konu alır. Film, Vietnam gazisi olan Jacob karakterinin üzerinden anlatılır ve onun yaşadığı savaş travmasının zihninde yarattığı çarpıcı yıkımı etkileyici bir şekilde ele alarak işler. Jacob’ın günlük hayatında yaşadığı tuhaf ve korkunç denilebilecek deneyimlerine odaklanan filmin bu noktasında Jacob, sokakta korkunç varlıklar ve halüsinasyonlar görmeye başlar ve bu durum onun gerçeklik algısını derinden sarsar. Yavaş yavaş gerçeklik algısını kaybetmeye başlayan Jacob, kendisini zihinsel bir karmaşa içinde bulur. Bu noktada Jacob’s Ladder, sadece bir adamın akıl sağlığını kaybedişini değil, yaşanan travmaların zihinde bıraktığı etkileri de göstererek, gerilimi psikolojiyle beraber ele alır.
Lyne filmde, Jacob’un gördüğü her şeyi seyirciye de göstererek gerçekle hayali ayırt etmeyi zorlaştırmıştır. Bu sayede de izleyici, film boyunca gerçekliği sorgulamak zorunda kalmıştır. Final sahnesiyle izleyenleri yine tekrar tekrar düşünmeye maruz bırakan film, bilincin ve gerçekliğin zorlandığı, gerçeklik ile gerçekdışılığın karıştığı, bol gerilimli ve de psikolojik bir deneyim sunmaktadır.
Coherence (Yön. James Ward Byrkit, 2013)
Coherence (2013), gerilim dolu sahnelerle gerçekliği sorgulatan filmlerden biridir. Film, sekiz arkadaşın bir akşam yemeğinde bir araya gelmesiyle başlar ancak bu buluşma yaşanan birtakım tuhaf olaylarla giderek gerilimli bir hâl alır. Gökyüzünde meydana gelen bir yıldız kaymasından sonra başlayan bu tuhaf olaylar, mantığın ve gerçekliğin sorgulandığı bir çerçeve yaratır. Karakterler hem diğerlerinin davranışları konusunda hem de kendilerinin kimlikleri konusunda bir belirsizlik ve şüphe yaşamaya başlarlar. Yönetmen, bu noktada karakterlerin şüphelerini ve psikolojik durumlarını ön plana çıkarırken izleyiciyi de bu şüphenin içine çeker.
Coherence, çoklu evren teorisiyle ve paralel gerçeklikle aynı mekânda birbirlerinin farklı versiyonlarıyla karşılaşan karakterlerin kimlik ve gerçeklik karmaşasını derin bir anlatımla işler. Karakterlerin farklı versiyonları ile karşılaşması, filmin gerilimini sürekli canlı tutar ve izleyicide de merak uyandırır. Çünkü bu noktada izleyici yaşanan olayların hangi kısımlarının gerçek hangi kısımlarının ise alternatif bir gerçeklikten ibaret olduğunu anlamaya çalışır. Gerçeklik üzerine güçlü bir anlatım sunan film, zihinde yarattığı karmaşa ile izleyenlerin de gerçek algısını zorlayarak, akılda kalıcı bir yer edinir.
Enemy (Yön. Denis Villeneuve, 2013)
Yönetmenliğini Denis Villeneuve’ün yaptığı Enemy (2013), Adam isminde bir karakterin, kendisine tamamıyla benzeyen başka birini tesadüfen bulmasını konu alır. Karakterin yaşadığı bu olay, filmde derin bir kimlik alegorisine dönüşür ve izleyici de buna dâhil edilir. Adam, kendisine benzeyen bu kişinin peşine düştükçe gerçek ile gerçek olmayanı ayırt edememeye başlar.
Filmde, Adam’ın ikizini bulma konusu aslında onun bastırılmış arzularını, korkularını ve kimlik çatışmalarını simgeler. Bu noktada da Adam’ın kendi benliği ile ortadaki gölge benliği arasında bir karmaşa yaşadığı görülür. İzleyici, bu noktada karakterin yaşadığı kimlik karmaşası sonucunda, onun gördüğü şeylerin gerçeği mi yoksa zihninde kurduğu bir şeyi mi yansıttığını anlamaya çalışır. İnsanın bastırılmış arzularının, zihni ne denli bir çatışmaya sürükleyeceğini anlatan bu psikolojik film, bilinç ile bilinçdışının iç içe geçtiği bir olay örgüsüyle, merak uyandıran bir etki yaratarak etkileyici bir deneyim sunar.
Donnie Darko (Yön. Richard Kelly, 2001)
Gerçekliği, etkileyici bir şekilde sorgulatan filmlerden biri olan Donnie Darko (2001), gerçeklik algısı ve akıl sağlığıyla mücadele eden Donnie’yi konu alır. Donnie, genel anlamda iletişim problemi yaşayan ve bunu içsel çatışmalara dönüştüren bir gençtir. Bir gün, tavşan kostümlü Frank’in karşısına çıkmasıyla Donnie’nin dünyasında sınırlar zorlanmaya başlar. Donnie’nin yaşadıklarıyla birlikte izleyici, onun yaşadıklarının gerçek olup olmadığını sorgulamaya başlar.
Film, ergenlik konusunu bilim kurgu tekniği ile işleyerek zihinsel bir sorgulama yaratır ve Donnie’nin gördüğü tavşan kostümlü Frank’in varlığıyla izleyiciyi de şüpheye düşürür. Filmde gerçeklik algısı sürekli kayar. Bu durum, izleyicinin filmi dikkati dağılmadan, ilgiyle izlemesini mümkün kılar. Yönetmen, gizemli olay örgüsüyle, izleyiciye varoluşsal kaygıları hissettiren bir anlatı sunar. Donnie Darko, hayal ve bilincin iç içe geçtiği, gerçeklik algısının bulanıklaştığı, merak uyandırıcı bir filmdir.