Sektörel anlamda kayda değer bir gelişmişlikleri bulunmadığı gibi geleneksel bir sanat sineması anlayışına da sahip olmayan Afrika ülkeleri, bu sorunlara rağmen dünya sinemasına oldukça önemli birkaç isim kazandırabilmiş, böylece Afrika insanlarının hikayelerini dile getirerek saygın festivallerde temsil edilip başarılar elde etmişlerdir.
İstanbul’da 2011 Mayısında gerçekleştirilen, her yıl devam etmesi planlansa da devamının şimdilik getirilemediğine üzülerek şahit olduğumuz BilSinFest (Bilinmeyen Sinemalar Festivali) kapsamında birbirinden etkileyici, büyük çoğunluğu Afrika kıtasından çıkmış olan filmler izleme şansına erişmiştik. Bu küçük çaplı ama oldukça ilgi gören festivalin programında yer alan Abderrahmane Sissako imzalı Waiting for Happiness (Heremakono) isimli çalışma, sanat dünyasında daha az temsil edilmiş olan Afrika dünyasına yönelttiği kamerasıyla, çöl ile okyanus arasında sıkışmış insanların yaşamlarına dokunaklı ve güçlü bir bakış atmaktaydı.
Mali’den Moritanya‘nın bir kıyı kasabası olan Nouhadhibou’ya, Avrupa’ya göç etmeden önce annesini ziyaret etmek için gelen Abdallah isimli bir genç adamın, aynı zamanda ihtiyar bir elektrikçinin ve ona çıraklık eden minik bir çocuğun, kısacası farklı kuşaklardan Afrikalı Arapların hikayesini anlatır Waiting for Happiness. Filmin orjinal adı olan ve “geçici konutlar” anlamına gelen Heremakono‘nun imlediği üzere, rüzgarın dinmediği bir çöl ve okyanus arasında kalmış olan bu kasaba, Avrupa’ya göç etmek için bir “ara bölge” vaziyeti görmektedir.
Bu ara bölgenin ziyaretçisi Abdallah, kendini yerlilerden ziyade hayalini kurduğu ülkelerin insanlarına yakın hissettiğinden gitmek istemektedir. Sissako’nun ilgilendiği şey ise o anda, gitmeye hazırlık zamanlarında yaşananlardır. Yaşanacak şeyler az çok belliyken, formalite olarak gerçekleştirilen bir ziyaretin süreci de elbette sancılı geçmektedir. İçine düştüğü bu insanların dilini bilmediği gibi yöresel kıyafetler de giymek istemeyen Abdallah, görünüşüyle herkese zıtlık oluşturan bir başka alemin insanı gibidir. Bu avunma günlerinde kendini kitaplarına vermektedir, fakat odasında ışık olmaması geçmek bilmeyen geceleri daha da zor kılar. Genç adamın istemeye istemeye geldiği ve bir süre kalmak zorunda olduğu kasabayla olan yegane bağı, odasına kapandığında gelen geçenlerin çoğunlukla bacaklarını görebildiği ufak penceresidir. Bu mimari ögenin kadrajlarda bu denli belirmesi Abdallah’ın kendini soyutlayışını gösterebilmek için etkili bir yoldur, zira genç adamın ilgisini çekmeyen bu yerliler kendi kişisel özellikleri ile değil de sadece orada varolmalarıyla bir anlam ifade ederler. Her ne kadar kimi zamanlarda bu pencereden sızıp gelenlerle iletişime geçmeye çalışsa da baskın duygu gitgide artan bir yabancılaşmadır.
Genç adamın zorlu geçen bu sürecine ufak bir noktadan değen hikaye ise ihtiyar elektrikçi Maata ve ufak yardımcısı Khatra’nınkidir. Sissoko’nun göstermeye çalıştığı farklı kuşakların en uç temsilcileri olan bu ikili, Abdallah’ın odasına ışık getirmek için çabalar. Yan odadan çekilecek bir elektrik hattıyla gerçekleşebilecek bu basit işlem bir türlü sonuçlanamaz, söz konusu Abdallah’ın odası olduğunda çalışan ampuller bile çalışmaz olur. Çocukluğun bitmek bilmeyen merakı ve enerjisine sahip Khatra ile Maata’nın, birbirleriyle çekiştikleri ve birbirlerini kolladıkları tuhaf bir ilişkileri vardır. Gençliğinde kendisine yakın bir arkadaşı tarafından sunulan Avrupa’ya gitme teklifini reddetmiş olan Maata, kendini topraklarında yaşamaya şartlamış, fakat bir şekilde bu gitme-kalma ikileminin acısını yaşamıştır. İkilinin ışığı taşıma görevleriyle ilişkili bir şekilde sunulan “ölüm”, bir yaşamın bitişinin ötekinin önünü açması açısından önemlidir. Maata’nın ölümüyle yaşama dair ufku genişleyen Khatra, kendini yalnız ve ihtiyar adamın hikayelerinden yoksun bulduğu zaman “dışarıya” doğru bir merak geliştirir ve gitmek için teşebbüste bulunur.
İçeriğini, birbirine kıyısından köşesinden değen insanların paralel ilerleyen parıltısız ve dünyaya karşı olan bilgisiyle birlikte ilgisi de artan, bunun sonucu olarak bocalayan insanların yaşamlarından ve yönetmenin kendi deneyimlerinden alan Waiting for Happiness, çatışmalı ve belirgin bir olay örgüsünden bahsedemeyeceğimiz bir yapıya sahip. Daha ziyade birbirine eklenen yaşam kesitlerinin bir kolajı, ara bölge olarak tanımladığımız bir kasabanın haletiruhiyesi olarak görülebilecek film, arkaplanında yoğun bir deneyim ve dolu bir birikim barındırdığı için yüzeydeki “akmayan” ya da “hiçbir şey olmayan” anlatısının dezavantajlarını bertaraf edebiliyor.
Ölüm-yaşam ikiliğini, kültürüne ve kökenine yabancı kalma ve anlaşılamama meselelerini anlatısına oldukça zarif detaylarla yediren Sissoko’nun, gündelik yaşamın absürd anlarını da peliküle aktararak filmin ağırlaşmasına engel olduğunu söylemek gerekir. Özellikle çocuk karakterlerin enerjileri ve yerlilerin düzenledikleri eğlencelerin coşkusuyla yüz güldüren Waiting for Happiness, her yaştan insan aracılığıyla sunduğu yaşam senaryolarının toplamına bakıldığında gayet doyurucu bir his bırakıyor.
Filmini sembolik bağlantılardan kaçınmayarak kuran Sissoko, en nihayetinde otobiyografik öğelerin de bulunduğu (yönetmenin Mali’de büyüyüp sinema okumaya Moskova’ya gittiğini düşündüğümüzde Abdallah ile bağlantısı kurulabilir) anlatısını oldukça duygusal bir yorumla sinemalaştırıyor. Bir yandan kişisel bir hatıra filmi, bir yandan da uzak diyarlara açılan bir bölgenin biriktirdiği duyguların filmini yapıyor.