Kadının Adı Yok (Atıf Yılmaz, 1987)
Türkiye’nin en güzel feministi, yaşadığı dönem ne cadılığı ne erkek düşmanlığı kalan; oysa bu sözlerin hiçbirini hak etmeyen, yalnızca “Eşit olsak.” diyen canımız Duygu Asena’nın unutulmaz eseri, aynı adlı romandan uyarlama bir Atıf Yılmaz filmidir Kadının Adı Yok. Yayınlandığı yılın ertesinde gençler için sakıncalı bulunmuş ve yasaklanmış bir kitaptır aynı zamanda. Halbuki sakıncalı olan, kitapta yazanlar değil, kitaptaki isimsiz kahramanımızın çevresindeki erkeklerden gördüğü şiddetin binlerce misli fazlası olan gerçekte yaşananlardır. Duygu Asena kitabında, şehirli ve okumuş olmasına karşın, yetiştirilmesinden itibaren babasından başlayıp hayatına giren diğer erkelerden gördüğü kimi zaman psikolojik kimi zaman fiziksel şiddete maruz kalan özgür kadını anlatır. Atıf Yılmaz da filminde, kitapta betimlenen bu şehirli kadını anlatmıştır. Kitapta isimsiz olmasına karşın Atıf Yılmaz kahramanın adını Işık koymuştur. Işık işinden ve eşinden ayrılmış, biraz yalnız kalmak için arkadaşının yazlığına yerleşir. Yalnız geçen günlerinde anılarını bir deftere kaydetmeye ve bir nevi geçmişiyle yüzleşmeye başlamıştır. Çocukluğundan itibaren babasından gördüğü psikolojik şiddetin üstesinden gelmeye çalışırken erken yaşta yanlış bir evlilik yapmış, bu kez şiddetin geldiği yer babadan eşe devrolmuştur. Işık, iç hesaplaşmasını defterine dökerken yazlığa, ev sahibinin bir arkadaşı olan Orhan gelir. Orhan bir gün Işık’ın yazdığını bilmeden defteri okur ve defterdeki kadın üstünden Işık’a değerlendirmelerde bulunur, böylece ikili arasında bir yakınlaşma başlar. Kitap ile film arasında belirgin bir anlatım farklılığı bulunmaktadır. Atıf Yılmaz bu durumu bir söyleşisinde, Duygu Asena’nın kitapta savunduğu fikirleri benimsemediği için böyle bir yorum farkı getirdiğini açıklamıştır. Kitap ile film arasındaki kadının temsil ediliş şeklindeki farklılık ve filmin pek çok yerde ayakta duran özgür kadını ıskalayarak onu erotik bir yapıya büründürmesi hatasına düşülse de usta yönetmenin elinden çıkma önemli bir eserdir.
Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles (Chantal Akerman, 1975)
Sinema tarihinin en önemli kadın yönetmenlerinden Chantal Akeman’ın 1975 yapımı arthouse filmidir. Belçikalı yönetmene ait bu eser, The New York Times tarafından sinema tarihinin kadına dair ilk başyapıtı olarak kaydedilmiştir. Filmde yalnız bir anne olan Jeanne Dielman’ın rutinlerle örülü üç günü anlatılır. Jeanne’nin günleri alışveriş yapmak, yemek pişirmek ve bulaşık yıkamakla geçer. Bir de kendisinin ve oğlunun geçimini sağlamak için evine gelen erkek müşterilerle yatmaktadır. Ancak bu da onun için her günkü rutinlerinden biridir ve bu eylemi adeta bir robot gibi yerine getirir. Jeanne’nin rutini, filmin ikinci gününde, yeni yıkadığı bir kaşığı yere düşürmesi ve akşam yemeği için hazırladığı patatesleri fazla pişirmesiyle sarsılır. Üçüncü gün yaşadığı orgazmın arkasından müşterisini öldürmesiyle birlikte Jeanne’nin varlığındaki değişim artık doruk noktadadır. Film, kült-klasik filmler arasında yerini almıştır.
(Ezgi Ulukoca)