Diğer tüm alanlar bir yana, konuşmak; tüm sanatların en başına, ortasına, merkezine saltanatını kurmuştur. İster bir fırça darbesiyle renklendirilmiş olsun, ister bir ezgi ile nağmelenmiş, kelimeyle ağdalanmış, hareketle deneyimlenmiş olsun, insanı insan yapan yegâne şey ilk önce anlatma yetisidir. Sanatın diğer alanları da nitekim aynı anlatma ihtiyacından doğarak yaratıcı biçimlere girmiştir. Böylelikle anlatmak, estetik bir değer kazanır. Anlatma sanatı sinemada, sanatının tabiatı gereği hareket ve görüntüyü önceler. Fakat çok iyi kurgulanmış konuşmalardan ibaret görüntüler de sinema sanatında konuşmanın -üstelik salt konuşmanın- bir başka sanata daha dönüşebileceğini en güzel örnekleriyle gösterir. İyi tasarlanmış, konuşmalardan oluşan bir film, merak unsurunu dilsel yolla dürterek en heyecanlı aksiyon filmlerine bile taş çıkartabilir. Bu listemizde sizler için sinema dünyasında öne çıkan, salt konuşmalar üzerine kurulu dilsel görüntü şölenlerinden bir derleme yaptık. Keyifli sohbetler!
-
12 Angry Man (1957)
Bugün gerek sinemada gerekse tiyatroda bir klasik hâline gelen 12 Angry Man, geçerliliğini her çağda koruyacak bir kurgu üzerine yazılmıştır. New York’ta işlenen olası bir cinayet şüphelisinin yargılanma sürecini konu alan film, tabiri caizse kelimelerin didik didik edildiği, savunma için yapılan her konuşmanın, dudakların arasından çıkan her sözcüğün hayati değer taşıdığı diyaloglardan oluşur. Zira suçu besbelli gibi görünen sanık, ince ve zekice bir dilsel dedektiflik süreci sonrasında mahkeme odasından suçsuz da çıkabilir, ölüm cezasına da çarptırılabilir. Sözcüklerin, kaderin seyrini değiştirebileceğine dair bu oyuncu ve bulmaca benzeri yapım, izleyiciyi de mahkeme jürisi kadar dikkatli olmaya davet eder.
-
Annie Hall (1977)
20. yüzyılın sonlarına doğru postmodern film anlayışının eşiğinde sayılabilecek yapımlardan biri de bütünüyle bir anlatı kurgusuna sahip, Woody Allen imzalı Annie Hall’dir. Alvy Singer, karısından ayrılmış ve çocukluğundan beri psikolojik tedavi gören bir komedyendir. Hayalle gerçekler arasındaki gelgitleri, iki mutsuz evlilikle sonuçlanmıştır. Yalnızca evliliği değil, çevresindeki bütün ilişkileri çeşitli problemlerle çatırdamaktadır üstelik. Nihayet hayatına bir gün, gece kulübü şarkıcılığı yapan Annie’nin girmesiyle her şeyin değişeceğine inanır. Filmin başından sonuna dek izleyiciye ve çevresindeki karakterlere Annie ile tanışma ve ilişki sürecini anlatırken hem bir özeleştiri yapar hem de hepimizin hayatındaki ilişkilerin temel sorunlarını masaya sermiş olur. Alvy’nin zaman ve mekân tanımaksızın karakter ve anlatıcı rolünü üstlenmesi, kurguya bugün dahi örneklerine az rastladığımız özgün bir yapı kazandırmıştır.
-
My Dinner With Andre (1981)
Bir solukta izlenecek ve tıpkı bir roman gibi bir solukta okunacak unutulmaz yapımlardan My Dinner With Andre’yi nitekim kitaplaştırılmış biçimiyle de bulmak mümkün. New York’ta tiyatro yönetmenliği yapan Gregory ile ona nispeten daha sessiz kalarak büyük ölçüde dinlemeyi tercih eden arkadaşı Andre, birlik akşam yemeğine çıkarlar. Hayatlarının hemen her alanından soluksuz bir hızla söz ederlerken hem karakterlerle beraber muhabbeti lokma lokma sindiririz hem de farklı bakış açılarıyla yorumlanan yaşamlara konuk oluruz. Faydacı yaklaşımıyla Gregory, arkadaşının merak odağında yer alırken Andre, sessizliği eleştirel bir göz olarak kullanır. Hemen her cümlesi ayrı bir aforizma değeri taşıyan diyalog, sinema tarihinde hatırı sayılır bir yer edinmiş, pek çok alıntıda kullanılmıştır.
-
The Breakfast Club (1985)
Uzunca bir süre, kapalı bir alanda bir arada bulunmak zorunda kalan beş kişilik bir liseli grubu anlatan The Breakfast Club insan tiplemelerine de eleştirel bir bakış açısı sunar. Bir cumartesi günü okul kütüphanesinde alıkonma cezası yüzünden tüm günü orada geçirmeye mecbur kalır. Çocukların her biri, farklı bir kişiliğin tiplemesini yansıtır. Kimi bir suçluyu temsil eder, kimi bir isyankârı, kimiyse bir prenses hassasiyetindedir. Başlarda okulları dışında birbiriyle hiçbir ortak noktası olmayan çocuklar, konuşacak bir şey de bulamaz. Ancak bu yalnızlıkları fazla uzun sürmez; söz konusu insan olduğunda kurulan her cümle, eklenen her sözcük, yeni bir bağ ve köprü oluşturur. Dokuz saatlik cezaları sona erdiğinde ise çocuklar, başta üstlendikleri kimliklerin kırıldığını ve bambaşka kişiler olarak yeni bir arkadaşlık bağı kurduklarını görecektir.
-
Before Sunrise (1995)
Romantik türde bir klasik seri hâline gelen üçlemenin ilk filmi Before Sunrise, yirmi yıldan fazladır her daim türünün diğer örneklerinden farklı bir tadı damağımızda bırakmıştır. Trenle yaptıkları bir Avrupa seyahati sırasında Paris’ten Budapeşte’ye büyükannesini ziyarete giden Celine ile Viyana’ya giden Jesse, uzun soluklu bir aşk hikâyesine mâl olacak ufak bir sohbetle başlar her şeye. Bu muhabbet öyle hoşlarına gider ki Celine, Viyana durağına geldiklerinde Jesse’in teklifi üzerine bir gününü orada geçirmeye karar verir. Şehrin sokaklarını adımlarken devamlı bir muhabbet hâlindedirler ve olaylardan ziyade filmin kurgusu, ikilinin kurduğu cümleler, sorgulamalar, iç muhasebeler, eleştiriler, hayallerle ilerler. Olaylar ve mekânlarsa cümlelerin arkasını dolduran birer fona dönüşür. Diyaloglarının güçlü ve etkileyici yapısı sayesinde şiirsel bir üslup kazanan film, aşkın yalnızca fiziksel boyutlu olmayıp dilsel bir yapı üzerinden de ne denli kuvvetli bağlar kurulabileceğini en romantik şekliyle gösterir. Filmin sonunda ise ikili, bir sonraki yıl aynı durakta buluşmak üzere anlaşır. O zamana dek birbirleriyle iletişim kuramayacaklardır. Peki, bu hayalleri gerçekleşebilir mi?
-
Coffee and Cigarettes (2003)
Sıradan, hatta sıkıcı bile gelebilecek bir kahve ve sigara muhabbeti, usta yönetmen Jim Jarmusch’un objektifinde ilginç bir öyküler ve aforizmalar zincirine dönüşür. Film, birbirine kahve ve sigara temasıyla bağlanmış on bir farklı kısa filmden oluşmuştur. Oyuncular, her seferinde aynı konuya gelen muhabbetler esnasında bambaşka hayat hikâyelerini ve deneyimlerini sunarak bir konunun ne kadar çeşitlenebileceğini de gösterir. Ancak başta yalnızca bağımsız hikâyelerden mürekkep bir yapım gibi görünse de ilerleyen öykülerle beraber her birinin, birbiriyle nasıl dilsel ve kurgusal bir ilişki içinde olduğu ortaya çıkacaktır. Godot’yu Beklerken esintilerine yer verilen filmde hiçbir muhabbetin boşa bir bekleyiş olmadığını göreceksiniz!
-
The Man From Earth (2007)
Yaşamı, kimlikleri, hayattaki rollerimizi ve zamanı sorgulamak üzere en etkili yapımlardan olan The Man From Earth, izledikten sonra pek çok şeye inancınızı gözden geçirmenize teşvik edecek türden bir yapım. Bir grup arkadaşın, John Oldman adlı, üniversitede hocalık yapan arkadaşlarını uğurlamak üzere onun evinde toplandıkları bir akşam yaşanır her şey. Film, tek mekânda çekilmiştir ve bir sohbeti anlatır yalnızca. Fakat bu kadar kısıtlı unsurlar bulundurmasına rağmen tüm dünya ve insanlık tarihine yayılmış bir sohbet, vaktin nasıl geçtiğini anlamayacağımız bir hızda eşsiz bir deneyim yaşatır izleyicilere. John’un, gitmeden önce arkadaşlarına etmesi gereken bir itiraf vardır. Tam 10 bin yıldan fazladır yaşadığını ve insanlık tarihinin başlangıçlarına tanıklık ettiğini söyler. Ancak hepimize tuhaf ve gerçek dışı gelecek bu fikrin kanıtlarını öyle bir kurgu içinde sunar ki gecenin sonunda John’un mucizesine izleyiciler dahil inanmayan kalmaz. Bu kanıt sunma süreci esnasında John, hepimizi tarihsel bir yolculuğa çıkarır, her olay için mantıklı ve tutarlı açıklamalar yapar, bizleri de “gerçek” olarak bildiğimiz durumları yeniden değerlendirmeye davet eder. Filmin sonunda zaman, John’u tutabilecek midir peki?
-
303 (2008)
İnsanı bir diğerine yaklaştıran, fiziksel çekimden ziyade kelimelerin soyut bağlarıdır. Konuşarak anlaşan insan, yine konuşarak nefreti, öfkeyi, sevgiyi ve aşkı yaşar. Genç bir anne adayı olan Jule da hamile olduğunu anlatmak ve yaşamının bundan sonraki kısmı hakkında konuşmak üzere Berlin’den, hapishanede bulunan erkek arkadaşını ziyarete gitmek için Portekiz’e doğru uzun bir yola çıkar. Hymer 303 model Mercedes’i, yolculuk esnasında Jule’un hayatını bambaşka bir güzergaha sokacaktır. Erkek arkadaşıyla yapacağı konuşmaları kafasında kurguladığı sırada yolda otostop çeken Jan ile karşılaşır ve gideceği yere kadar onu götürmeyi kabul eder. Yolculuk esnasında birbirini kelimelerle tanımaya başlayan bu iki hayat, yalnızca bu kısacık süre içinde aslında kaderlerinin birbiriyle nasıl bir örüntü içinde olduğunu keşfeder. Yolculuğun sonunda ise eski ilişkiler ve hayta düzenleri terk edilmiş, yeni bir başlangıca sayfa açılmıştır.
-
Certified Copy (2010)
Uzun soluklu ve zengin bir sanat muhabbeti seyrine konuk olmak isterseniz Certified Copy, sizleri sanatın dünyadaki kalbi addedilebilecek İtalya sokaklarına davet ediyor. Yeni kitabı üzerine okuma-tartışma etkinliği düzenlemek için Toskana’ya giden yazar James Miller, orijinal eserler ve kopyaları hakkında kaleme aldığı kitabından parçalar okumaktadır. Bu esnada etkinlikten ayrılmak zorunda kalan katılımcılardan, Fransız bir kadın, ortak bir arkadaşlarına, James’e ulaştırması için telefon numarasını vererek çıkar. Daha sonra James, kadının antika dükkânına ziyarete gider; bir yandan da çevreyi merak ettiğinden kadına dolaşmaya çıkmayı teklif eder. Beraber çevre köyleri gezmek üzere yola koyulan ikili, bu yolculuk sırasında yanlış dönemeçleri alıp yanlış yollara girerek beklemedikleri hayat rollerini üstlenmek zorunda kalırlar. Ancak sonunda kurgusal roller, gerçek hayatlarından daha cazip görününce haytalarının ikinci ve romantik bölümü başlar. Sanatsal bir muhabbet ve postmodern esintiler sevenler için Certified Copy, zengin bir içerik sunar.
-
Midnight in Paris (2011)
Edebiyat, resim ve sanata dair pek çok ismin zaman ile mekân harmanında birbirine karıştığı Midnight in Paris, sadece bir gece içinde sanat tarihinde eşsiz bir yolculuk sunar. Başarılı bir senarist olan Gil Pender, nişanlısı ile birlikte gittiği Paris gezisi sırasında, adeta âşık olduğu Paris sokaklarında gece geç vakitte dolaşmaya çıkar. Fakat zamanla attığı adımların, ileriye doğru akan bir zamana değil, geçmişe dönen bir doğrultuda olduğunu fark eder. 1920’lerden başlayan zaman yolculuğu; Cole Porter, Ernest Hemingway, Gertrude Stein, Pablo Picasso, Salvador Dali gibi çeşitli sanat alanlarının üstatlarına uğrar. Hem hayat hem de sanat alanında bu duayenlerden çok şey öğrenen Gil, yirmi birinci yüzyıldaki kendi zamanına döndüğünde eski yaşantısını bırakarak geçmişten gelen esintilere ve insanlara kendini kaptırmıştır çoktan.