İlk filmi Canavarlar Sofrası’nda (2011) dört karakter arasında ve tek mekânda geçen distopik bir evren kurmuştu Ramin Matin. Tüm karakterlerin İngilizce konuştuğu, deneysel yönüyle epey ilgi çeken Canavarlar Sofrası insan ruhunun kötücüllüğünün, umursamaz zalimliğinin, zevk ve haz peşinde koşarken utanma duygusunu yok sayan hayvani alt benliğinin gidebileceği sınırları inceliyordu. Karakterler arasındaki yüksek voltajlı ve her an infilak etmeye hazır görünen gerilimin yükü, film içinde bir katalizör görevi görüyor ve karanlık planlarıyla izleyicisini huzursuz etmeyi başarıyordu. İkinci filmi Kusursuzlar bambaşka bir hikâyeyi anlatsa da kurduğu karakterlerin sahiciliği, ayrıntılara verdiği önem ve yakaladığı psikolojik gerilim atmosferinin derinliği düşünüldüğünde Matin’in ilk filminin üstüne çok şey koyduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kusursuzlar arabayla İstanbul’dan Çeşme’ye, birkaç ay önce vefat etmiş olan anneannelerinin yazlığına gelen iki kız kardeşin sevgi, dayanışma, nefret ve rekabet dolu ilişkisini beyazperdeye taşıyor. Başta her şey çok sorunsuz ve güzel giderken film ilerledikçe kardeş olmanın, ortak bir geçmişi yüklenmenin ağırlığının üstüne, hiç konuşmadıkları ortak bir sırrın yükünü de almış kız kardeşlerin zorlu bir eşikten geçmekte olduklarını hissediyoruz. Başından sonuna kadar söz konusu sır hakkında küçük ipuçları vererek ilerleyen film, sırrı açık etmemekteki kararlığı, Lale’nin travmatik psikolojisi ve karakterlerin öfke patlamalarıyla birlikte seyirciyi sürekli bir gerilim hattında tutmayı başarıyor.
İki kız kardeş arasındaki gergin ve rekabetçi ilişkiyi konu edinen pek çok filmde kız kardeşleri birbirinden ayıran şeyin geçmişlerinin ağır yükü olduğu kadar, sahip oldukları farklı hayat motivasyonları veya kişilik özellikleri olduğuna sıklıkla tanık olmuşuzdur. Türün önemli filmlerinden Robert Aldrich imzalı What Ever Happened to Baby Jane? (1962) veya Bergman’ın başyapıtlarından Tystnaden (The Silence, 1963) filmlerindeki kız kardeş karakterler gibi Kusursuzlar’daki Yasemin ve Lale de birbirlerine tamamen zıt diyebileceğimiz özellikte iki karakter. Yasemin dışa dönük, korkusuz, heyecana ve maceraya açık, erkeklerle ilişkilerinde son derece rahat ve flörtçü bir tavır sergilerken kardeşi Lale onun tam aksine içine kapalı, sürekli bir şeylerden korku duyan ve tedirgin olan, ürkek mizaçlı, erkeklere kendini olabildiğince kapatan, kadınlığını frijit denebilecek ölçüde saklayan bir karakter olarak çiziliyor. Örnek vermek gerekirse, komşuları olan ve yeni tanıştıkları Kerim’i Yasemin eve davet etmek isterken, Lale bu fikre sert bir şekilde karşı çıkıyor. Yasemin flört etme ihtimali gördüğü Kerim’in zararsız bir adam olduğunu savunurken, Lale otuz saniyelik sohbetten nasıl iyi bir adam olduğunu çıkardığını hayret ederek soruyor. Yasemin Alaçatı’nın plajlarında tüm seksapelini ortaya koyarak sere serpe güneşlenirken Lale üzerinde anneannesinin eski kıyafetleriyle şemsiye altında onu izlemeyi tercih ediyor. Yine Yasemin spor kıyafetlerini giyip düzenli olarak koşuya çıkarken, Lale üzerinde yine anneannesinin kıyafetleriyle kendini eve hapsediyor. Beden ve kadınlık temsili üzerinden ortaya koyulan tezatlıkların en somut örneklerinden biri de Lale’nin yaralarla kaplı sırtına karşın Yasemin’in bir arzu nesnesi olarak sunulan bronzlaşmış sırtı… Lale plajda Yasemin’in sırtına güneş kremi sürerken, Yasemin Lale’nin sırtına yaralarının iyileşmesi için krem sürüyor.
İki kız kardeşin yıllardan beri gelmedikleri ve şimdi bir şeylerden kaçarak sığındıklarını hissettiğimiz yazlık ev Lale için aynı zamanda bir mahremiyet alanı, korunaklı bir barınak işlevi görüyor. Yasemin’in kendini sürekli evin dışına atma arzusuna karşıt olarak Lale evin içinde kendine huzurlu ve güvenli bir alan kuruyor. Yasemin’in bir gece ansızın yürüyüşe çıkacağını söylemesi Lale’yi huzursuz etmeye yetiyor. Lale hem evde tek başına kalmaktan ürküyor, hem de bu saatte dışarı çıktığı için Yasemin adına endişe ediyor. Evin dışı bir anlamda mahremiyetin ortadan kalktığı, güvenilmez, tehlikelerle dolu, tekinsiz bir yer Lale için. Nitekim Yasemin gecenin karanlığında yolda tek başına yürürken yanında yavaşlayarak duran bir arabanın içindeki erkekler tarafından sözlü tacize uğruyor. Ancak eve geri geldiğinde Lale’ye dışarı çıkmanın kendisine çok iyi geldiğini söylüyor. Yasemin’in başına gelen taciz olayından Lale’ye bahsetmemesini Lale’yi tedirgin etmemekten ziyade, kardeşinin haklılığını görüp kendisine bundan pay çıkarmasını arzu etmemesi olduğunu düşünebiliriz.
Aslında film boyunca Lale’nin öngördüğü ve Yasemin’i uyardığı pek çok konuda haklı çıktığını görüyoruz. İki kız kardeşin tutum ve davranışlarındaki farklılıklar, olaylara verdikleri tepkiler aynı zamanda hikâyenin önemli kırılma noktalarını da şekillendiriyor. Film boyunca her an sorun çıkaracağını hissettiğimiz iki önemli arıza var. İlki evin tesisat borularından gelen ve yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissettiren ses. Borulardan gelen ses evi, yani Lale’nin güven duyduğu tek mekânı tehdit ettiği için Lale bir noktada Yasemin’in sürekli ağırdan almalarına dayanamıyor ve Kerim’i yanına alarak tesisatçı çağırmak için kasabaya iniyor. Lale’nin Yasemin’e haber vermeden Kerim’le birlikte dışarı çıkması Yasemin’i fazlasıyla rahatsız ediyor ve kısa zamanda kardeşler arasında karşılıklı öç alarak, canını yakma düellosuna dönüşerek hikâyedeki önemli kırılma anlarını fitilliyor. İkinci önemli arıza ise Lale’nin arabasının motorundaki problem… Lale’nin sürekli uyarı ve ricalarına karşın Yasemin arabayı servise götürmeyi yine sürekli erteliyor. Tıpkı Çehov’un meşhur “birinci sahnede duvarda asılı bir silah varsa ilerleyen sahnelerinde o silah mutlaka patlar” sözünde olduğu gibi bir arabanın motoru bozuksa ve ısrarla tamir ettirilmiyorsa o motor bir yerde arıza yapar ve yolda kalırsınız. Nitekim öyle oluyor ve Yasemin ile Lale aralarındaki gerilimin zirve noktasına çıktığı akşam yemeğinin sonrasında eve dönerken yolda kalıyorlar. Gecenin kör karanlığında, far lambalarının soğuk ışığının altında girdikleri yüzleşme, saklanan sırrı ve yakın geçmişte yaşadıkları travmayı açığa çıkarıyor. Yolda kalanın araba olduğu kadar aynı zamanda iki kız kardeşin sürekli gergin, geçmişin ağır yüklerini taşımaktan yorgun düşmüş, rekabet dolu ilişkileri olduğunu da hissediyoruz.
İki kardeşin yakın geçmişlerinde yaşadıkları travmayla baş etme yöntemleri bu süreçte erkeklerle kurdukları ilişkileri de şekillendiriyor. Aralarında geçmişin hesaplaşmalarından dolayı sabit olan gerilimin ivmesini yükselten de erkeklere karşı tutundukları ahlaki tavır ve bu bağlamda temsil ettikleri kadınlık halleri oluyor. Lale evde anneannesinin kıyafetleri içinde kendisini hem mekânsal hem de zamansal bağlamda hapsederken, Yasemin plajda adım adım baştan çıkardığı bir adamla cinsel ilişkiye girerek kadınlığı üstünden özgürleşmenin zaferini yaşıyor. Lale yan komşuları Kerim’in evlerine girmesine karşı çıkarken Yasemin emri vaki yapıp Kerim’i hayatlarına dâhil ediyor. Yasemin Lale’nin yakın zamanda ayrıldığı ve telefonlarına bile cevap vermediği Ferit’i Lale’nin iznini almadan, adreslerini vererek habersizce yazlığa davet ediyor. İyi niyetli bir okumayla Yasemin’in Lale’yi iyileştirmek için, erkeklerden izole edilmiş bir dünyadan onu çıkarmak adına bunları yaptığı söylenebilir. Ancak kardeşlerin yakın geçmişten gelen hesaplaşmaları o denli köklü ve çözülememiş ki, Yasemin’in Lale’nin canını yakmak için bu hamleleri yaptığını düşünmeye daha yakınız. Nitekim Lale de kız kardeşinden intikamını Yasemin’in en güvendiği kalesini yerle bir ederek alıyor.
Emine Yıldırım’ın güçlü senaryosu, Esra Bezen Bilgin ve İpek Türktan’ın harika oyunculukları ve Barış Diri’nin filmin psikolojik gerilim atmosferini belirginleştiren müzikleriyle öne çıkan Kusursuzlar geçtiğimiz yılın en iyi yerli yapımlarından biri. Fakiri olduğumuz psikolojik gerilim türünü zenginleştiren ve aynı zamanda kadın öykülerinin az olmasından yakınılan sinemamız adına atılmış cesur bir adım.