Hayao Miyazaki’nin 2004 yapımı olan Howl’s Moving Castle, Diana Wynne Jones’un Yürüyen Şato isimli çocuk kitabından uyarlama bir animasyon. Erginleşme çağında olan Sophie’nin kötü bir cadı tarafından yaşlı bir kadına dönüştürülmesiyle atıldığı macerasını bize anlatmakta. Filme değinmeden önce Miyazaki’nin sinema anlayışından bahsetmek yerinde olacaktır.
Film düşünüldüğünde ya da başka bir Miyazaki filmi izlerken de akılda dönüp duracak olan beklentilerden bir tanesi karakterlerin üstlendikleri ya da temsil ettikleri ahlaki değerler ve onların belirsizliğidir. Canlı ya da cansız varlıklardan oluşan Miyazaki karakterleri tek başlarına bu değerleri üstlenmemektedirler. Aynı zamanda onların yaratılışı da sadece insan özelliklerinin atfedilmesiyle varılan basit bir kişileştirmenin ötesindedir. Daha basit ifadeyle, kötü ile iyi arasında alışılagelen safiyane bir ayrım bulunmaz ve sıkça karşılaştığımız bu anlayışın uzağında durur. Duygularına en çok tanık olduğumuz ve tanıdığımızı düşündüğümüz ya da kendimize benzetip özdeşlik kurduğumuz karakterleri ya da iyi/kötü ayrımıyla gelişecek olayları beklediğimiz bir hikâyeyi, bir karakteri birkaç adım ileride kafamızı karıştırır şekilde bulabiliriz. Çünkü filmin iyi karakteri ile kötü karakteri iç içe geçmiştir. Burada aslında bizi şaşırtan, bildiğimiz ve alıştığımız hikâyelerde birbirine düşman tarafları iletişim kurarken görmeye aşina olmamamız. Miyazaki, karakterlerine çeşitli diyalog alanları açarak onları iletişim içine sokar ve böylece yaşamın içindeki bir bütün olarak kabul ettiği film dünyasını birbirine kaynaştırır. Film içindeki hikâye direktif bir öğreti olmanın dışında, hayata dair daha gerçekçi bir kabullenme ile yargıları ona göre şekillendirmeye yöneltir. En sonunda da filmin böylesi bir karmaşaya açıklık getiren nihayete ermeden bittiğini görebiliriz. Yönetmenin hayata bakışı bu temel üzerine kuruludur ve film anlayışı ve yapım sürecindeki yönlendirmeleri bu kavrayışla gelişir.
Miyazaki bir konuşmasında film yapma anlayışından bahsederken filmlerine, çocukların duygu ve düşünce biçimlerinin nasıl yön verdiğine değinmektedir: “Film yapma meselesinde, 70’lerden bu yana arkadaşlarım ve ben kaçınılmaz kalabalığa biraz olsun suskunluk getirme çabasındayız. İşlerimize gürültüyle ve dikkat dağıtıcı şeylerle boğucu bir hâl katmak istemiyoruz. Çocukların duygu ve düşünce şekillerini ve de nasıl çıkarım yaptıklarını her zaman aklımızda bulunduruyoruz. Eğer sevinç, şaşkınlık ve empati duygularına sadık kalırsanız, şiddete ve onu anımsatacak herhangi bir harekete ihtiyaç duymaz olursunuz. Sizi anlayacaklardır. Bu bizim benimsediğimiz yol.”
Bu değerlerin hepsini Howl’s Moving Castle filmi içerisinde barındırmaktadır. Kimi yorumlara göre yönetmen özellikle Sophie gibi karakterlerinin cesaretli atılganlıkları ve cinsiyet kimlikleri sebebiyle cinsiyet konusuna eğilmekte olduğundan bahseder. Fakat benim tercihim Miyazaki’nin seçimlerini daha genel anlamda kimlik ve kişilik açısından olgunlaşma ve deneyim kazanma meselesi dahilinde değerlendirmekten yana. Erginleşme çağında kimlik oturtmaya çalışan genç Sophie’nin ani ve yoğun olgunluk sonucunda maceraya atılmasını da buna örnek göstermek pekala yerinde olur.
Miyazaki’nin yaklaşımı doğrultusunda, ahlaki değerlerin öğretimi adına açık anlamlar yerleştirmeye çalışmak biraz yersiz görünmektedir. Filmler yetişkin bakışıyla çocuklar için bir değerlendirme önerisi yaratmaya çalışırken, çoğunlukla izleyicisinin sezgileri unutan ve anlaşıldığını garantiye almaya çalışan gelişmiş neden sonuç ilişkilerinden sıyrılamaz. Halbuki çocukların taşıdığı sezgiler onların kendi yargı sistemlerinde çok daha etkili ve güçlü olabilmektedir. Çözümlenmiş bir neden sonuç ilişkisinden edinilen çıkarım kolayca bir cümle kurdurtabilir. Buna karşın insan olmanın iç içe geçmiş hallerini film boyunca takip edilen bir anlatı üzerinden görmek bu bakışın gelişmesindeki potansiyeli taşımaktadır. Bu anlamda, filmin ahlaki önerileriyle ders almak yerine anlatı içerisindeki bir karakterle özdeşleşerek kendini tanıma yolunda bir bakış geliştirme önem kazanır. Tıpkı Miyazaki bir filmindeki birçok yan karakterin kendi karmaşıklığıyla maceraya dahil olması gibi. Doğa ve içinde yaşayan bir varlık olmak kolayca açıklanabilen ya da hakkında kısayoldan yargıya varılabilen bir şey olmadığı sonucuna ve yönetmenin de benimsediği bir başka düşünceye varabiliriz. Bu durum, filmin anlatısı boyunca karakterlerin kişilik özelliklerini kavrayarak onların pskilojik derinlikleri üzerinden hikâyedeki gelişmeyi takip ederek izleyicinin kendini tanımasına doğru giden bir keşif yolculuğuna imkan tanır. Bunu sadece ergenler ya da çocuklar için değil, yetişkinler için de yapar.
Bu değerlerin hepsini Howl’s Moving Castle filmi içerisinde barındırmaktadır. Kimi yorumlara göre yönetmen özellikle Sophie gibi karakterlerinin cesaretli atılganlıkları ve cinsiyet kimlikleri sebebiyle cinsiyet konusuna eğilmekte olduğundan bahseder. Fakat benim tercihim Miyazaki’nin seçimlerini daha genel anlamda kimlik ve kişilik açısından olgunlaşma ve deneyim kazanma meselesi dahilinde değerlendirmekten yana. Erginleşme çağında kimlik oturtmaya çalışan genç Sophie’nin ani ve yoğun olgunluk sonucunda maceraya atılmasını da buna örnek göstermek pekala yerinde olur.
Bu bu güne kadar miyazaki’nin bakış açısını anlatan okuduğum en iyi Türkçe yazıydı.
Aklına ve ellerine sağlık!