Yetişkinlik dönemlerimize eriştiğimizde kimi zaman açıklayamadığımız birtakım olayların, sanrıların ve görüngülerin kökenini bilinçaltının derinlerinde aramak boşuna değil. Zira gözlerimiz; algılayabildiklerimizden çok daha fazlasını görüyor, kaydediyor ve zamanı geldiğinde bunların etkisini birer gizemli semptom olarak karşımıza çıkarıyor.
Zihninin, açıklayamadığı karanlıklarına ışık tutmak üzere harekete geçen psikoterapist Doktor Ruben Brandt da gördüğü tuhaf rüyaların kaynağını aramak üzere bilinçaltının derinlerine doğru yola çıkar. Ancak bu yol, onu her biri farklı yeteneklere sahip dört usta hırsızdan oluşan bir organize şebekeye götürecektir. Brandt, rüyalarında dünyaca ünlü portre ve resimlerin bir şekilde canlanarak kendisine saldırdığını görmektedir. Bunu bir işaret addeden doktor, şebekeyle anlaşarak rüyasında gördüğü her tabloyu, bulunduğu müzeden çalarak bir koleksiyon yapmaya başlar. Çaldığı her tabloyla birlikte, onunla ilgili gördüğü kâbus da son bulmaktadır. Ancak bu soygun zinciri devam ederken, bir yandan nâmı, dünyaya gizemli “koleksiyoncu” olarak yayılmaya başlayan Brandt’ın peşine dedektif Mike Kowalsky düşer. Böylelikle ortaya çıkan heyecanlı kovalamaca, iki kahraman arasında yıllarca saklı tutulan bir ilişkiyi de ortaya çıkaracaktır.
Yönetmenliğini Milorad Krstic’in yaptığı, son zamanların en iyi ve sıra dışı animasyonlarından sayılan başyapıt niteliğindeki film; üç gözlü insanları, özgün yorumuyla yeni baştan inşa ettiği sanat eserleri, bu sürreel üsluba rağmen gerçek hayatla bir o kadar örtüşen bağlamlarıyla kuşkusuz, sanatın yepyeni bir yüzü olarak sinema tarihine geçecektir.