Çocukken korkutucu bir sahne izlediğimizde en teskin edici sözdü; “bu gerçek değil, sadece bir film”. Peki ya korktuğumuz veya tiksindiğimiz sahneler gerçekse? Bugüne kadar pek çok film için bu söylentiler yayılmıştı. Her ne kadar snuff film varlığı ispat edilmemiş olsa da şehir efsaneleri eksik olmadı. Belki de sadece pazarlama aracı olarak kullanılan bu söylentilerin işaret ettiği başlıca filmlere göz atalım.
Cannibal Holocaust (Yön: Ruggero Deodato, 1980)
Bir grup belgeselci Amazon’un derinliklerine, balta girmemiş yağmur ormanlarında yaşayan kabilelerle ilgili çekim yapmaya gider ve fakat ekip asla geri dönmez. Ekipten haber alınamayınca altı ay sonra bir antropolog ve bir rehber kabilenin olduğu bölgeye kayıp belgeselcileri bulmaya giderler. Her ne kadar ekibi bulamasalar da ekibin çektiği film makaralarını bulup izlediklerinde kayıp belgeselcilerin başına gelenleri gözleri ile görmüş olurlar.
Çekimlerin gerçekçiliği, sahnelerin izleyicide en üst seviyede tiksinme ve korku duygularına sebep olması nedeniyle, kanibal bir kabilenin kurbanlarını konu alan film gösterime girdiği gün el konularak yasaklandı ve yönetmeni Ruggero Deodato tutuklandı. Her ne kadar Deodato hapisten çıkabilse de filmdeki sahnelerin gerçekten yaşandığı ve oyuncuların çekimler esnasında kabile tarafından öldürüldüğü iddiaları hızlıca yayılmış ve film pek çok ülkede yasaklanmıştı. Günümüzde yasağın devam ettiği ülkeler hâlâ bulunuyor, tıpkı sahnelerin gerçek olduğunu düşünen izleyiciler gibi.
Snuff (Yön: Micheal Findlay, Horacio Fredriksson, Simon Nuchtern, 1975)
1975 yapımı korku filmi Snuff’ın orjinal adı Slaughter’dır. Yönetmenleri Micheal Findlay, Horacio Fredriksson ve Simon Nuchtern filimi dağıtım şirketi sahibi Allan Shackleton’a sattıktan sonra Shackleton filmin adını 1971 yılında ortaya çıkan ve çekimlerindeki ölüm sahnelerinin gerçek olduğu iddia edilen filmleri tanımlayan bir kavram olan “Snuff” ile değiştirdi. Film çekimi için yapımcısı ile birlikte Güney Amerika’da bir kasabaya giden bir aktrisin bölgedeki motosiklet çetesinin lideri tarafından takıntılı bir şekilde takip edilmesi ve sonunda öldürülmesini konu alan film 1969’da yaşanmış ve Amerika’da büyük olay yaratmış, bir aile tarafından gerçekleştirilen cinayetlerden esinlenmiştir.
Shackleton, filmin adını değiştirip sonrasında da filmin aktrisinin başından geçen olayların yansıtıldığı ve çekimler esnasında ölümün gerçekleştiği söylentisinin yayılmasını sağladı. Amaç elbette insanların dikkatini çekerek gişe rakamlarını yükseltmekti fakat günümüzde hala filmle ilgili bu iddialar sürüyor ve bazı izleyiciler (özellikle Amerikan olanlar 😊) iddianın gerçek olduğunu düşünüyor.
Last Tango in Paris (Yön: Bernardo Bertolucci, 1972)
Tutkulu ve tutkusu kadar sorunlu bir aşk hikayesini konu alan film, Parisli genç Jeanne (Maria Schneider) ve eşinin intiharının şokunu atlatmaya çalışan Amerikalı Paul’un (Marlon Brando) yaşadıkları macerayı beyazperdeye taşıyor. Evlenmek üzere olan Jeanne ve karısını unutmaya çalışan Paul Paris’te kiralık ev ararken karşılaşırlar. İkili hissettikleri çekimin etkisi ile kendilerini cinselliğe dayalı bir ilişkinin içinde bulurlar. İlişki zamanla evrilerek Jeanne’ın duygusal olarak bağlanmasına buna karşın Paul’un bozulan psikolojisinin davranışlarına yansıması ile Jeanne’in duygusal olarak istismarına dönüşür. Paul ilişkiyi bitirerek Jeanne’i, kibarlaştıracak olursak, hayatından uzaklaştırır. Jeanne anılarını silmeye çalışırken yeniden sokakta karşılaştığı Paul’un geri dönme çabasından kurtulamayıp sevgilisini vurarak ilişkiye son verir.
Bertolucci, Last Tango in Paris’te (1972) izleyicisini ilişkinin taraflarından biri gibi hissettirmeyi başarıyor. Sanırım biraz da bu özelliğinden dolayı film gösterime girdiği günden itibaren tecavüz sahnesinin gerçek olduğu, sahnenin senaryoda yer almadığı, sahneyi sadece Marlon Brando ve Bertolucci’nin bildiği ve gerçekçi olması için Jeanne rolündeki genç oyuncu Maria Schneider’a söylenmediği yönünde söylentiler çıkar. Maria Schneider’ın filmden sonra uyuşturucuya başlaması, intihar girişiminde bulunması ve akabinde tedavi görmesi söylentilerin devam etmesine neden olur. Ta ki 2007 yılına kadar. Söylentilerin gerçek olduğu Maria Schneider’ın 2007’de verdiği bir röportajda, sahnenin senaryoda olmadığı, çekimden hemen önce kendisine bir kısmından bahsedildiğini açıklamasıyla kesinlik kazandı. Schneider’in ölümünden iki yıl sonra Bertolucci 2013 yılında, konuyla ilgili suçluluk duyduğunu ama pişman olmadığı açıklayarak pek çok sinemaseverin gözünde filmin değerini düşürdü.
Guinea Pig: Flower of Flesh and Blood (Yön: Hideshi Hino, 1985)
Tokyo’da geçen film gecenin karanlığında genç bir kadının kaçırılması ile başlar. Kadın uyanıp kendine geldiğinde bilmediği bir evde yatağa bağlı olduğunu fark eder. Ne kadar çabalasa da kaçamayacağı bir ortamda yaşamı samuray giysili bir adamın insafına kalmıştır. Ancak adam güncelerce işkence ederek kadının vücudundan her gün başka bir uzvu kesecek olan bir sapıktır.
Korku türündeki 42 dakikalık film, hem neredeyse hiç konuşmanın olmaması hem de çekim tekniği nedeniyle izleyicide gerçeklik algısı uyandırıyor. Büyük ihtimalle bu yüzden 1991 yılında Amerikalı ünlü oyuncu Charlie Sheen filmi izledikten sonra FBI’a başvurarak Guinea Pig 2’nin snuff film olduğu ihbarında bulunur. Ancak FBI tarafından yapılan incelemeler sonucunda filmin tamamen kurgu olduğu ispatlanır.
Faces of Death (Yön: John Alan Schwartz, 1978)
John Alan Schwartz tarafından yazılan ve yönetilen film izleyiciye bir adli tabibin incelemelerini konu alan sahte bir belgesel sunuyor. Film, doktorun ölüm sonrası incelemelerine ek olarak feci ölüm şekillerini deneyimleyen merhumların ölüm anındaki yüz ifadelerine odaklandığı için bu ismi alıyor.
Pek çok ölüme yer verilen film, ürkütücü kazalar sonucunda ölen insanlardan mezbaha görüntülerine, elektrikli sandalyede infaz edilen mahkumlardan İkinci Dünya savaşından sahnelere, kadavralardan vahşi hayvanlarca parçalanan insanlara kadar her izleyicinin midesinin ve psikolojisinin kaldıramayacağı sahneler içeriyor. Bu yüzden filmin 46 ülkede gösterimi yasaklandı. Ve yine bu sahnelerden dolayı pek çok izleyici tarafından bazı ölümlerin sırf film için gerçekleştirildiği iddiaları ortaya atıldı. Filmin hazırlanışında öncelikle Almanya olmak üzere dünyanın pek çok yerinden elde edilen kamera kayıtları kullanılsa da sahnelerin yarısına yakını aslında tamamen sahte idi. Bugün izlendiğinde gerçek kayıt olmadığı, kurgu olduğu bariz olan sahneler o dönemde izleyicinin kafasını karıştırmayı başarmıştı. Ancak gerçek olmayan bu iddialar filmin büyük bir gişe hasılatı yapmasını sağladı. Film tüm gösterim yasaklarına rağmen sadece gişeden 35 milyon dolar kazandırdı.
Fargo (Yön: Joel & Ethan Coen, 1996)
Zengin kayınpederinin otomobil bayisinde çalışan Jerry (William H. Macy) yüklü miktardaki borçlarını kapatabilmek için bir plan yapar; iki eski hükümlü ile anlaşarak eşini kaçırtacak sonrasında da kayınpederinden fidye isteyecektir. Fidyeyi eşini kaçıran iki adamla bölüşecek ve borçlarını ödeyecektir. Anlaştıkları gibi adamlar eşi Jean’ı evlerinden kaçırır, Jerry eve döndüğünde kayınpederini arayarak kaçıranların fidye istediklerini anlatır. Buraya kadar her şey plana uygun giderken Jean’i kaçıran suçluların kullandıkları arabayı polisin çevirmesi ile olaylar korkunç ve kanlı bir hâl almaya başlar. Polisi ve görgü tanıklarını öldüren ikilinin peşine düşen yerel polis şefi Marge (Frances McDormand) olayları çözmeye başlar.
İki Oscar ödülü, Cannes’da En İyi Yönetmen ödülü, BAFTA Yönetmenlik Ödülü de dahil pek çok ödül kazanan filmin açılış sahnesi “Bu gerçek bir hikâyedir” yazısı ile başlar. Bu yüzden Coen Kardeşlerin “espri” anlayışına aşina olmayan izleyiciler filmdeki hikâyenin tamamen gerçek olduğunu, sadece isimlerin değiştirildiğine inanırlar. Kimi sinemaseverler filmin gerçekliğine öyle ikna olmuşlardır ki gömülü 920.000 doları aramaya kalkanların olduğu dahi söylenir. Aslında film sadece kayıp eşi ile ilgili hakikatleri polisten saklayan eş konusunda gerçek bir olaydan esinlenmiştir, hikâyenin geri kalanı ise tamamen kurgudur.
The Blair Witch Project (Yön: Daniel Myrick, Eduardo Sánchez, 1999)
Sinema öğrencisi üç genç Maryland’in küçük bir kasabasında efsane olarak anlatılan “Blair Cadısı” hakkında bilgi edinmek ve bir belgesel çekmek üzere kasabaya giderler. Kasabanın yaşlıları çoğu Amerikan taşrasında geçen korku filminde olduğu gibi gençleri geçmişte yaşanmış korkunç olayları anlatarak uyarırlar. Gençler konuyu incelemek için ormanın derinliklerine kamp kurarak çevreyi dolaşmaya başlarlar. Tuhaf olaylar yaşamaya başlayıp geri dönmek istediklerinde ise artık çok geçtir.
Filmin Sundance Film Festivali’ndeki prömiyerinde oyuncular kayıp olarak sunulur ve hatta kayıp ilanları paylaşılır. Bu pazarlama taktiği sayesinde film hak ettiğinin çok üstünde ilgi çekerek en çok gişe yapan bağımsız film olarak sinema tarihine geçer. Filmin hayranları halen dahi izlenilen filmin aslında kayıp olan sinemacı gençlerin çekimleri olduğunu iddia ediyorlar. Takdir izleyicinin..
Funny Games de olmalıydı listede bence. Ne korkunç bir filmdi veya gerçek.