Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut:
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar…
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar…
Nazım Hikmet.
Yazın hararetinden kurtulduğumuz, yağmurlarla kavruk yaprakların bizi beklediği sonbahara girmiş bulunuyoruz. Evden dışarı çıkasımızın gelmediği şu yağmurlu günlerde çayınızı, kahvenizi alıp bu mevsimde geçen filmlere bakmak isteyebilirsiniz. Bu filmleri izlerken de aslında bir film çekimi için en güzel setin güz olduğunu fark edeceksiniz. Sonbahara haksızlık etmeden önce izlemeniz gereken filmleri sizler için seçmeye çalıştım.
Not: Sıralama kronojiktir.
1) The Trouble With Harry (Yön: Alfred Hitchcock, 1955)
Sonbahar renklerinin harika bir arka plan oluşturduğu Hitchcock filminde, komedinin daha ağır bastığı gizemli bir hikâye anlatılıyor. Film, cesedinden kurtulmak istenen Harry’nin oradan oraya taşınmasının etrafında döner. Kasabada yaşayanların hepsi Harry’i kendilerinin öldürdüğünü düşünür. Birbirinden enteresan karakterlerle dolu bu hikâyede, Harry’nin cesedini ne yapacaklarına karar vermeye çalışan kasabalıların sarı yaprakların arasında Harry’i defalarca kez gömüp tekrar çıkarmaları esprili bir dille anlatılır. İşte tam Hitchcock’a göre bir sonbahar!
2) An Autumn Afternoon (Yön: Yasujirô Ozu, 1962)
“Eninde sonunda hepimiz hayatta yalnızız, tamamen yapayalnız.” cümlesi, An Autumn Afternoon filmini belki de en güzel özetleyen cümle olabilir. Filmde, Shuhei Hirayama, kızını görücü usulü evlendirmek istemektedir. Baba-kız ilişkisinin yeniden ele alındığı bu filmde Ozu, savaş sonrası Japonya’sının insanını da bizlere hüzünlü bir biçimde aktarır. Yönetmen, sanki sonbaharın kara bulutları arasında sıkışıp kalmış modern Tokyo’nun değişimine ışık tutmak ister. Yalnızlığın ve melankolinin işlendiği bu filmde, Ozu’nun sanatıyla kadına yönelik sosyal baskı etkileyici bir şekilde aktarılır.
3) Autumn Sonata (Yön: Ingmar Bergman, 1978)
Bergman’ın sonbaharında, konser piyanisti Charlotte’un, kızı Eva’yla uzun süre sonra bir araya gelerek geçmişe dair yüzleşmelerini izleriz. Charlotte, kızını yıllarca ihmal etmiştir ve ikisi de birbirinden oldukça farklı insanlara dönüşmüşlerdir. Charlotte, kliniğe yatırdığı zihinsel engelli kızını Eva’nın evinde görünce annelik konusunda sorgulamaların başlayacağının farkındadır. Benliğe ve aile denen olguya derinlemesine bakan Bergman, bu bunalımlı ilişkiyi bir güz sonatı olarak seyircilerinin gözleri önüne serer.
4) Tess (Yön: Roman Polanski, 1979)
Sınıf farklarının ve sınıf atlama çabalarının işlendiği bu dramda Polanski, yoksul Kinski ailesinin aynı soyadı taşıyan başka aristokrat bir aileyle akraba olma hayallerini işliyor. Viktorya döneminin ihtişamının ardındaki acımasızlığı bizlere büyük bir ustalıkla yansıtan film, Tess ismindeki genç kadının kurban edilişini anlatıyor. Filmde aslında tüm mevsimleri yaşasak da Tess’in değişimine tanık olduğumuz mevsim sonbahardır.
5) Dead Poets Society (Yön: Peter Weir, 1989)
Geçtiğimiz sene hayatını kaybeden Robin Williams’ın canlandırdığı John Keating isimli öğretmenin ilham verici eğitim anlayışının işlendiği bu filme dair öğrencilerin boyunlarında uçuşan atkıları ve okulun bahçesine düşmüş kahverengi yaprakları hatırlamak mümkün. Statükoya meydan okumayı öğütleyen profesörün “Carpe diem” sözü eminim hiçbirimizin aklından çıkmamıştır. O hâlde ânı yaşayalım, güzel bir sonbahar gününde güzel bir film izleyelim.
6) When Harry Met Sally (Yön: Rob Reiner, 1989)
Harry ve Sally aynı üniversiteye gittikleri hâlde ancak mezuniyet sonrası bir yolculuk sırasında tanışırlar. Yol boyunca, kadın ile erkeğin aralarında cinsellik olmaksızın arkadaş olamayacağı üzerine uzunca tartışırlar. New York’a vardıklarında herkes kendi hayatına döner. Ancak arada bir görüşmeyi de ihmal etmezler. Karşılaştıkları son seferde ikisi de sevgililerinden ayrılmış, bu da yeni bir dostluğun başlangıcı olmuştur. Meg Ryan’ın ünlü orgazm taklidi sahnesiyle anılan, Manhattan’ın bütün meşhur yapılarını ve sokaklarını görebileceğiniz eğlenceli bir film.
7) Rushmore (Yön: Wes Anderson, 1998)
Rushmore Lisesi’nde okuyan Max Fischer isimli öğrenciye odaklanan filmde, eğitim sistemlerinin yarattığı çok çalışkan, popüler, kahraman öğrenci profiline farklı bir bakış atılıyor. Okulların açılması demek, tabii ki sonbaharın gelişi demek. Fischer, okulun en popüler öğrencilerindendir. Sosyalleştikçe derslerini aksatmaya başlar ve hayalini kurduğu kolejden ret cevabı alır. Bir yandan da hocalarından birine âşıktır. Bu da onun eğitim hayatını sorgulamasına neden olur. Wes Anderson’ın renklerine tutkun olanlar için kaçırılmaması gereken bir film.
8) American Beauty (Yön: Sam Mendes, 1999)
Kevin Spacey’nin canlandırdığı, orta yaş bunalımı yaşayan Lester, iş yerinde, ve evinde başarısız olduğunu hissettikçe kendisini bundan kurtarmak adına bir arayış içine girer. Karısıyla yaşadığı sorunlar nedeniyle Lester, kızının arkadaşıyla yakınlaşır. Bu sırada kızı Jane, komşusuyla pek sıradan olmayan bir dostluk geliştirmektedir. Amerikan rüyasının vadettiği o klasik mutlu Amerikan ailesi imajına yönelik ağır eleştiriler içeren bu filmde yaprakları dökülmüş ağaçları, camlardan süzülen yağmur damlalarını izlerken sonbahar havasını hissedebilirsiniz.
9) Far From Heaven (Yön: Todd Haynes, 2002)
50’lerin mükemmel ev hanımı Cathy’nin harika bir yaşantısı vardır: Başarılı bir eş, akıllı çocuklar, güzel bir ev… Ancak bu mutluluk fazla uzun sürmez; Cathy, bir gün kocasının başka bir adamla öpüştüğünü görür ve hayatı altüst olur. Ne yapacağını bilemeyen Cathy, siyah bahçıvanları Raymond ile dertleşmeye başlar. O yıllarda ise siyah bir erkekle yakın ilişki kuran beyaz bir kadının karşılaşacağı başka sorunlar vardır. Raymond ve Cathy’nin yaptıkları sohbetlerde, yürüyüşlerde sonbaharın kızıllığı ve sarılığı, 50’lerin nostaljik havasına inanılmaz bir dokunuş oluyor
10) Sonbahar (Yön: Özcan Alper, 2008)
Sonbahar mevsiminin boğazda düğümlenen havasını en rahat yakalayabileceğiniz filmlerden biri ise katıldığı eylemlerden dolayı hüküm giyen, sonrasında cezaevinden hasta olarak çıkan Yusuf’un (Onur Saylak) yaşamla mücadelesinin anlatıldığı Sonbahar filmi. Çekilen tüm acılara, tekrar tekrar yaşanması mümkün bu cesur hayatlara gözünüzden yaşlar gelerek ortak olabilirsiniz. Aynı zamanda Karadeniz’in şu günlerde talana teslim edilmiş doğal güzelliklerini de bütün güzelliğiyle görebilme şansını yakalayabilirsiniz.
imdb puanları neden yazmıyor?