İlk filmde (Trainspotting, 1996) uyuşturucu işinden kazandıkları paralarla arkadaşlarını atlatarak kaçan Mark Renton, ikinci filmde yirmi yıl aradan sonra İskoçya’ya döner. Geçen yirmi yılda hem çok şey değişmiş hem de aslında hiçbir şey değişmemiştir. Renton kaçırdığı paralarla Amsterdam’da kendine yeni bir hayat kurmuş ve evlenmiştir ancak evliliği bitmek üzeredir. Simon ailesinden kalan bir barı işletse de asıl geçim kaynağı, ağına düşürdüğü kişilerin seks kasetleri karşılığında şantajla kopardığı paralardır. Spud ise eroin bağımlılığından kurtulmak için yıllardır mücadele etse de bu savaşında başarılı olamamıştır ve bağımlılığı yüzünden çocuklarını da kaybedince çözümü bu dünyadan ayrılmakta bulur. Renton’un şehre döner dönmez yaptığı ilk iş kendini öldürmek üzere olan Spud’ı kurtarmaktır. Simon’un karşısına çıktığında ise halletmeleri gereken dört bin poundluk bir yüzleşme vardır. Aksiyonu bol bir kavga sahnesinden sonra ikili yeniden eskisi gibi dost olur ancak Renton, yirmi yıldır hapiste olan Begbie’nin elinden öyle kolay kurtulamayacaktır. Türkiye’de acaba vizyona girecek mi girmeyecek mi diye tartışılan film nihayet ikinci kez izleyicisi ile buluştu. Irvine Welsh’nin Porno ve Trainspotting romanlarından uyarlanan İngiliz kara komedisinin yönetmeni ilk filmde olduğu gibi yine Danny Boyle.