Gökyüzünden sıkıcı bir tekdüzelikteki topraklara, Texas’ta bir çöle kuş bakışı inerken gözümüze kırmızı beyzbol şapkasıyla hırpalanmış takım elbisesi içerisindeki Travis takılır. Sıcak havada susuz kalmış bakışları yitiktir. Su bidonunda kalan damlaları bitirir, ufukta bir şeyleri görür gibi olur. Emin olamaz. Savruk adımlarla yoluna devam eder.
Travis’in yolculuğunun tam da ortasına düştüğümüzde onun nereden gelip nereye gittiğine dair hiçbir fikrimiz olmaz. Aslında kayıplarla dolu bir hayatın öyküsünde denk geldiğimiz bu kesitte, başlangıç ve sonuç yoktur, nerede başlayıp nerede bittiği gösterilmeyen bir akış vardır. Tüm film boyunca izlediğimiz bu birkaç haftada, Travis yaşamında yer etmiş kişilerle bir nevi yüzleşir ama parçalı yaşam öyküleri asla tek bir düzlemde seyretmez ya da ardı ardına eklenerek birleşmez. Kırılmış ve yeniden bir araya gelmesi zor parçalardır bunlar. Travis kayıplarının yasını çözümleyemez belki. Belki aradığı soruların bazılarına cevaplar bulur, belki de bir anlam yaratma gibi bir derdi yoktur. Onunla ilgili çıkarsayabileceğimiz en açık gerçek ise, yolda olmaya devam edeceği olur.
Yönetmeni Wim Wenders’ın “Amerika hakkında bir hikâye anlatmak istedim.”¹ dediği Paris, Texas (1984), aynı sene hem Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi hem de FIPRESCI Ödülü’nü kazanmıştır. Harry Dean Stanton’ın kariyerindeki ilk başrolünde etkileyici performansıyla canlandırdığı Travis karakteri, filmin senaristi Sam Shepard’ın öz yaşam öyküsünü alışılmışın dışında bir tarzda kaleme döktüğü Motel Günlükleri (Motel Chronicles) eserinden uyarlanmıştır.
Susuzluk nedeniyle bilincini kaybeden Travis, yığılıp kaldığı benzinliktekiler tarafından doktora götürülür. Kendisini almaya gelen kardeşi Walt ile böylelikle yeniden bir araya gelirler. Travis’e dair ilk biyografik bilgi bu birleşmede ortaya çıkar. Travis, dört senedir kayıptır; oğlu Hunter ise kardeşi ve onun eşiyle birlikte yaşamaktadır. Dört sene önce Travis ile Hunter’ın annesi Jane arasında olanlardan sonra ortadan kaybolan Travis’ten kimse haber alamamıştır. Travis’i kendini bilmez hâle gelene dek yürümeye; durmadan yürümeye iten bu olay filmin son anlarına dek esrarını korur. Yüzündeki tarifi güç ifadede keder, ürkeklik, yorgunluk ama en çok da yitmişlik hissi vardır. Duramamanın, sonunda hiçbir şey olmayan bir yola devam etmek zorunda olmanın, başka çare olmayışının yitmişliği… Öylesine büyük bir kayıp yaşamıştır ki, kendini yitirmiştir Travis.
Bir hayli uzun zamandır yalnız olan Travis’in kardeşiyle eve yolculuğu sırasında kurduğu ilk cümle Paris’e gitmek istediği olur. Paris, Texas eyaletinde bulunan bir kasabadır ve burada Travis’in sahip olduğu bir toprak parçası vardır. Seneler önce niçin almış olduğunu anımsayamasa da yüzünde hafif bir tebessümle hatırladığı bu boş arazinin onun için önemli olduğu açıktır. Öyle ki burası annesiyle babasının ilk kez seviştiği yerdir ve Travis hayatının orada başlamış olabileceğini düşünmektedir. Öte yandan elinde eski günlerden kalma belli belirsiz bir fotoğraf dışında onu bulmaya yarayacak hiçbir şey yoktur. Paris’in filmdeki sembolik işlevi, Travis’in babası ve annesi hakkında anlattığı bir anekdotta kendini belli eder: Kendi ismi de Travis olan babası, eşinin nereli olduğunu soranlara önce Paris der, insanların hayret dolu bakışlarının ardından Texas’ı da eklermiş. Başlarda iyi bir şaka olan bu duruma gittikçe inanmaya başlamış. –Paris, Texas, gerçekten de bir şaka gibidir.– Anlam ise Travis’in var oluşuna ikna olmak, ona tutunmak adına sakladığı eski ve anonim bir fotoğraftadır. Travis çöllerde umarsızca dolaşırken belki de burayı aramaktadır.
Travis’in bildiğimiz anlamdaki dünyaya geri dönüşünde Walt ile yaptığı araba yolculuğu hayatının başlangıcından ve çocukluğundan izlerle doludur. Yaşam öyküsünü yeni baştan hatırlayan Travis, boşlukları tamamlamak için kardeşinden yardım alır. Walt’un eşi Anne ise ona adeta çocuğuymuş gibi bakım verir. Travis uyumak, yemek yemek gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini yeniden öğrenirken oğlu Hunter onu belli bir mesafeden izler. Hunter ile iletişimleri doğal olarak terk edilmişliğin ve unutulmuşluğun gerginliğiyle başlasa da kısa sürede paylaşımları artar. Temkinli bir beklenti içindedir Hunter, babasının öldüğünü düşünmemiştir hiç, onun bir yerlerde dolaştığını hissetmiştir. Travis ise bu kez baba olmayı yeni baştan öğrenmeye çabalar.
Paris, Texas güney ABD kırsalından dinamik Los Angeles ve Houston metropollerine uzanan geniş bir alanda, mekânları yolculuğa eşlik eden birer karakter gibi işler. Bu bağlamda uyarlandığı Sam Shepard’ın Güney Kaliforniya’nın kırsal bölgelerinde geçen çocukluğuna, Amerikan yaşamına ve ABD kırsalına dair çarpıcı imgeleri ve fantezileri sunduğu Motel Günlükleri’nden izler taşır.
Travis’in Jane ile yüzleştiği yirmi dakikalık sekans gerek duygusal yoğunluğun aktarımı gerekse çekim tekniği açısından apayrı bir boyuttadır. Çoğunu ayrıntılarıyla hatırlayamadığı olayların onu nasıl üstesinden gelemeyeceği şekilde yalnız bıraktığını anlatırken Travis, o anda tekrar kaçıp gitmekten korkar. Bulabileceklerinden korkar. Ama en çok da yüzleşememekten korkar. Nitekim Jane ile bir aynanın ardından konuşurlarken arkasını döner ve dört senedir birleştirmekten kaçındığı acı dolu yaşantısına anılarında yer bulabilecek bir bütünlük kazandırmayı başarır.
Yaşam birbiri ardına eklenirmiş gibi görünen, kimi zaman aynı anlarda olup bittiğini bildiğimiz kimi zaman yaptığımız tercihlere rağmen içimizde büyüyen, ilerleyen parçalardan oluşuyorsa, onları hikâyeleştirmek ve bütünleştirmek bize iyi gelebilir. Travis’inki bitirilememiş, söze dökülememiş bir ayrılık hâlinin sonlandırıldığı ya da tamamlandığı bir hikâye olmaktan çok ne umutsuzluğu ne de hafiflemişliği ortaya koyan son derece nötr bir anlatım olur. Onunki yas tutabilmek için verilen bir mücadeledir. Çünkü Travis, alevler içinde bırakılacak denli bir öfkenin yüküyle dissosiye olmuş, yaşamda ve somut anlamda yeryüzünde savrulan birine dönüşmüştür. Bazı şeyleri anlamlandırması için Jane ile yüzleşmesi gerekmişse de asıl amacı Hunter için en iyisini sağlayabilmek, onu annesiyle buluşturabilmektir. Kendisine gelince kimsenin onu tanımadığı, uçsuz bucaksız topraklarda kaybolmak istemiş; kayıp olarak bilinme(me)yi, öyküsünü sonuçlandırmaya yeğlemiştir.
¹Willemsen, Roger; Wenders, Wim (2009). Wim Wenders Questioned by Roger Willemsen (Blu-ray). The Criterion Collection.