Masada oturuyoruz, önümüzde kocaman bir tabak. Tabağın içinde bizi bekleyen her bir lokma, ömrümüzün geri kalan günlerinden yaşam kalitemize, birkaç saat sonra vücudumuzda gerçekleşecek pek çok olaya ve duygularımıza kadar neredeyse tüm hayatımıza hükmedebilecek etkilere sahip. Çünkü beslenmek, nefes almaya eşdeğer. Peki, ya hayatta kalabilmek için bu en temel biyolojik ihtiyacı giderirken aslında vücudumuzu kendi lokmalarımızla gittikçe işlevsiz, sağlıksız ve hatta ölümcül seviyelerde hasta hâle getiriyorsak? Her şeyden önce unutmamamız gereken bir şey var: Ne yediğimiz, nasıl yediğimiz, ne kadar yediğimiz, modern çağ endüstrisinin en kolay yöneteceği unsurdur. Bizler de bu tüketim toplumunun demirbaşları olarak hayatta kalabilmek için çareyi, raflarda ve vitrinlerde bize sunulan rengârenk paketlerde ararken farkında olmadan hayatımızı yöneten ipleri bu endüstrinin ellerine teslim etmiş oluyoruz. Bu yüzden spor salonlarına, diyetisyen yardımına, diyet ürünlerine rağbet artarken obezite, kanser gibi hastalıklar da aynı oranda ve üstelik daha hızlı bir şekilde artışa geçiyor. Yapmamız gereken tek şey, kendi vücudumuza kulak vermek ve onu bir endüstri objesi olmaktan kurtarıp yaşamımızın biricik öznesi hâline getirmek. Çünkü her bünye, kendine özgüdür, eşsizdir ve her insan, bizzat kendisinin doktorudur. Şimdi ipleri elimize alma zamanı; masada yemekler ve gerçekler var! Kendinize uygun yeni bir beslenme düzeni oluşturmadan önce izlemeniz gereken on belgesel filmle vücudunuzu yeniden keşfedin!