Bu ying-yang suyu, yarı soğuk yarı kaynar suyun karışımı. Onu üfledim, eğer gelirse bunu içer. Su seviyesini kontrol et, o zaman anlarsın.
Tsai Ming Liang””ı çağdaş sinemanın en kendine özgü yönetmenlerinden biri yapan şey yönetmenin tüm filmografisini bir dizi-film gibi tasarlaması ve bunu yaparkenki yaratıcılığı. Uzunlu kısalı neredeyse tüm filmlerinin üzerine kurgulandığı ve hepsinin Lee Kang-Sheng tarafından oynandığı Hsiao-Kang karakterini ve onun yanı sıra anne rolündeki Yi-Ching Lu””yu ve baba rolündeki Tien Miao “”yu yönetmen bize 1993 tarihli ilk uzun metrajı olan Rebels of the Neon God filminde tanıtmıştı. Sürekli yıldız karakterlerin yaratılmaya çalışıldığı bir sinema dünyasında Tsai Ming-Liang””ın bu anlayışı reddederek tüm bu yalnızlık, iletişimsizlik, aşk ve sevgi arayışı üzerine kurguladığı varoluşsal sinemasını daha ilk filminden oluşturduğu temel karakterleri üzerinden vermesi ve bu karakterlerini yıllar boyu yaşatarak bizi de bu yaşamlara ortak etmesi, samimi ve onurlu sinema serüvenini en değerli kılan nokta. Kendi babası ve Lee Kang-Sheng””in babasına ithaf edilen What Time is it There?, bu ailenin babasını kaybedişi üzerinden yapılandırılmış bir anlatı.Tsai Ming-Liang””ın beşinci uzun metrajlı çalışması olan bu film, 2001 yılında Cannes Film Festivali””nde yarışma bölümünde dünya prömiyerini yapmıştı. Yönetmenin en olgun çalışmalarından biri olup kendinden önce ve sonra gelen diğer filmlerle organik bir bütünlük içinde varolan What Time is it There?, kendine özgü izleklere ve imgelere sahip bir auteur sinemacının, kara mizah öğeleri içeren ve kesmelerin az olduğu dingin sinema anlayışının olgun ve çarpıcı örneklerinden.
Filmin açılış sahnesi, sonradan öldüğünü öğreneceğimiz babanın oğluna seslenip yanıt alamamasını ve sıkıntılı bir şekilde bekleyişini gösteren bir plan sekans. Hemen bu sekansın akabinde elinde kapla babasının küllerini taşıyan Hsiao Kang “”ın katıldığı ve kabın bir çok bölmesi olan kocaman dolaplardan ibaret bir mekana yerleştirildiği bir ayine tanık oluyoruz. Filmin hemen başında gördüğümüz babanın sıkıntılı ve yalnız kalmış halinin bir ölüm tasviri olarak nitelendirilebileceğini düşünürken, film geride kalanların bu ölümle ne şekilde baş ettiğini anlatmaya koyuluyor.
Hsiao-Kang seyyar bir kol saati satıcısı ve filmin Paris kanadında seyredeceğimiz Shiang-Chyi ile tanışması da bu vesileyle gerçekleşiyor. Paris””e gidecek olan Shiang-Chyi bir kol saati almak istiyor ama yalnızca Hsiao-Kang””ın kolundaki saati beğeniyor. İlk önce saatini satmak istemese de bir şekilde buna ikna olan Hsiao-Kang için Shiang-Chyi bir takıntı halini alıyor. Shiang-Chyi kolunda Hsiao-Kang “”ın saatiyle Paris””e yol alırken Taipei””de, Paris””ten binlerce kilometre uzakta kalan Hsiao-Kang için hem zamanda hem mekanda gerçekleşen bu ayrı düşüşün dışavurumu şehirdeki tüm saatleri değiştirip Paris””e göre ayarlamak şeklinde vuku buluyor. Bu tuhaflıktan saat dükkanlarındaki her türlü saatten tutun şehrin orta yerindeki kocaman saat bile nasibini alıyor. Hsiao-Kang bir saat terörü estirirken Shiang-Chyi için de Paris macerasının pek istediği gibi geçtiği söylenemez. Kaldığı otel odasında , metroda, yemek yediği kafede ya da telefon klübesinde, ne yaparsa yapsın tuhaf ve tatsız durumların içinde buluyor kendini. Kültürüne ve diline bu denli yabancı bir şehirde yarım yamalak İngilizcesiyle iletişim kurmaya çalışarak tutunmayı deniyor olsa da bunu başaramıyor. Sıkıntısını atabilmesine yardımcı olabilecek belki de tek kişi, kafede tanıştığı ve aynı dili konuşabildikleri Hong-Kong””lu bir kadın. Yalnız başınalığında sığınabileceği tek kişi olarak görünen bu kadının evine giden Shiang-Chyi ile kadın arasında, yönetmenin ikinci uzun metrajı olan Vive L””amour da Hsiao-Kang””ın aynı evde kaçak olarak kaldığı adamı öpmeye çalışmasındaki gibi suskun, ürkek ve alabildiğine duygulu anlar yaşanıyor. Vive L””amour filminde Hsiao-Kang””a yaşama isteği veren o minik öpücük burada ise aynı seviyede yaşanamıyor.
Hsiao-Kang zamanını Shiang-Chyi üzerine kurmaya çalışırken, benzeri bir zaman-mekan kaygısını anne de ölen kocası için taşımaya başlıyor. Kocasının ruhunun geri döneceğine kendini iyice inandıran kadın için uğraş kocasının ruhu için uygun ortam yaratma kaygısına denk düşerken, ev içinde gerçekleşen bu takıntılı süreçte iyiden iyiye sıkıntı vermeye başlıyor. Önceleri loş ışıklar altında, üç kişilik hazırlamaya devam ettiği yemek sofrasında kocası hayattaymış gibi davranan kadın, günlük ritüelini kocasının geri geleceği ya da ruhunun zaten orada olduğu varsayımıyla devam ettirmeye çalışsa da, bu varsayımın getirdiği umut yerini gitgide takıntılı bir çaresizliğe bırakıyor. Akvaryumdaki balıkta, yerdeki hamam böceğinde, kısaca her türlü canlı varlıkta kocasının reenkarnasyonu olabileceğine inanan kadın, kaybedişin getirdiği bir çıkışsızlık hali içerisinde bocalamayı sürdürüp kocasının geri dönmeyişini evin yeterince karanlık olmayışıyla ilişkilendirerek çılgınca bir karartma uygulamasına girişiyor. Evin elektriğin kesip pencereleri hiç ışık almayacak şekilde bantlarla ve büyük yorganlarla kapatmaya çalışarak kendisini ve oğlunu karanlığa teslim ediyor. Özellikle bu çılgınca karartma girişiminin de etkisiyle, zamanda ve mekanda ayrı düşme durumunun evin içinde birlikte yaşayan anne ve oğlu üzerinde de görülebildiğini hissetmeye başlıyoruz. Anne, kocasından başka bir şey düşünemeyip kendini evin karanlığında, oğlundan bihaber bir şekilde yitirirken, çaresiz bir saat teröristine dönüşen Hsiao-Kang için annesinin uyguladığı karartma faaliyetlerinin anlaşılır olmaktan çok uzak kalışı, yaşadıkları kayıplarda birbirlerine destek olabilecek yegane kişilerin aynı ev içerisinde çok uzak noktalara savrulmasına neden oluyor.
Filmin sonunda özellikle Hsiao-Kang için bir şeylerin farkına varma ve annesine sığınma, babasından kalan araba içersinde birlikte olduğu ve saat çantasını alıp götüren kadından sonra gerçekleşiyor. Cinsel birliktelik yaşadığı gecenin sabahında eve gelen Hsiao-Kang öncelikle evi aydınlığa kavuşturduktan sonra, geceleyin kocasının hayaliyle cinsel tatmin yaşamaya çalıştığını gördüğümüz annesini elbiseleriyle uyur vaziyette buluyor. Günlerdir hem kendisinin hem de annesinin yaşadıklarıyla iyice yıpranmış bir vaziyette babasının fotoğrafına ve annesine uzun uzun baktıktan sonra ceketini çıkarıp annesini örtüyor ve hemen yanına uzanıyor. Bu uzun sahneden sonra Shiang-Chyi ve ölen babayla birlikte düşündürücü bir finale gidiyoruz. Oturduğu havuz başında ağlarken gördüğümüz Shiang-Chyi bankın üzerinde uyuya kalıyor ve parkta oynayan çocuklar alıp götürdükleri valizi suya bırakıyorlar. Shiang-Chyi””nin olabileceğini düşündüğümüz valizi yönetmen kadraja bilinmeyen bir yerden sokuyor ve bu bize ister istemez Hsiao-Kang””ın çalınan valiziyle ilişkili bir durum olabileceğine dair yorum yapma imkanı tanıyor. Filmin sürekli irdelediği zaman-mekan durumları için son bir sözü daha var, uyurken valizi sudan çıkaranın Hsiao-Kang””ın babası oluşu. Sadece filmin açılış sekansında gördüğümüz babanın filmin sonunda belirivermesi ve Shiang Chyi ile aynı mekanda bulunması, bunun bir simgesel hayata dönüş veya Hsiao-Kang””ın öldürdüğü tutkularından ötürü ölülerin arasına yollanmış Shiang-Chyi””nin tuhaf bir karşılaşması olarak okunabilir. Son planda valizi sudan çıkarıp yere bırakan babanın, elinde sigarasıyla lunaparka doğru yaptığı uzun yürüyüş ile birlikte sahne kararıyor ve jenerik akmaya başlıyor.
Değinmeden geçilmemesi gereken önemli bir nokta da yönetmenin François Truffaut sevgisi. Shiang Chyi Paris””te bir bankta otururken ona numarasını veren adam olan Jean -Pierre Leaud aslında Hsiao Kang””ın izlediği Les quatre cents coups filmindeki çocuk olan Jean-Pierre Leaud””un ta kendisi. Sürekli aynı oyuncularla film çeken Tsai Ming-Liang gibi François Truffaut””da Antoine Doniel””i Jean-Pierre Leaud karakteriyle bir çok filminde oynatmıştı. Bu benzerlikte yönetmenin kurduğu gönül bağının güzel bir yansıması.
Arzular hep aynı ama arzulanan kişiler artık çok uzaktalar. Filmin derdiyse bu uzaklığı yıkabilmenin yollarını aramak üzerine. İster Taipei””de Paris””i yaşamaya çalış, isterse ruhların rahatsız olmayacağı karanlıklarda yaşamayı kabullen. Mühim olan yanında kim olmasını istediğin, olabilmesi için neler yaptığın.