İster inanın ister inanmayın, ne zaman geleceğe ilişkin bir öngörü, yahut bir kehânet duyarsanız aklınızın bir parçası hep onun gerçekleşme olasılığında kalır. Zamanla bir beklentiye, isteğe, hatta belki bir tutkuya dönüşebilecek bu tohum, gerçeğe dönerse ne olur peki? Kate DiCamillo’nun aynı adlı kitabından uyarlanan The Magician’s Elephant, genç Peter’ın kehânetlerle dolu sıra dışı hikâyesini anlatır. Peter’a küçüklüğünde kız kardeşinin öldüğü söylenmiştir. Bir falcının sözleriyle içine merak tohumları salınan Peter, kız kardeşinin hâlâ hayatta olabileceği umuduna tutunarak destansı bir maceraya kollarını sıvar. Dev bir askerle kılıç savaşından en yüksek binaların tepesinde cesurca uçmaya kadar türlü tehlikelere meydan okumak zorunda kaldığı bu macerada Peter, karşılaştığı yaralı bir fili zincirlerinden kurtararak sıcacık bir dostluğu başlatmış olur.
Sayısız destana ve halk hikâyesine gönderme yapan The Magician’s Elephant, çoğu eleştirmen tarafından övgüye değer bulunmasa da özellikle görsel teknikteki başarısı, muhteşem bir izlence sunuyor. Yüksek temposuyla izleyiciyi neredeyse yorgun düşürürken hareketli sahnelerin arasında şu soruya yanıt arıyor: İnsan, kaderin yazgısına mecbur mudur? Sınırları zorladığında bu yazgıyı şekillendirmek için kalemi pekâlâ kendi eline alamaz mı? Pek çok destanın da teması olan bu soruların cevaplarını yönetmen Wendy Rogers’ın büyüleyici objektifinden izleyelim.