13-24 Mayıs 2025 tarihlerinde gerçekleşen 78. Cannes Film Festivali’nde, aralarında Altın Palmiye ve Jüri Ödülü’nün bulunduğu pek çok prestijli ödül, sahiplerini buldu. Festivalin jüri başkanı Juliette Binoche açılış konuşmasında Gazze’de hayatını kaybeden Filistinli gazeteci Fatima Hassouna’yı anarak yaşanan insanî krizin sorumlularına yönelik eleştirel bir duruş sergiledi. Küresel iklimin gergin olduğu bu zamanlarda barış yanlısı ve hümanist söylemleriyle dikkati çeken festivalin bağımsız ve eleştirel yapımları destekleyen Jüri Ödülü’ne son on yılda layık görülen, bir kısmı ise şimdiden kültleşmiş filmlerden oluşan bu listeyi sizler için kaleme aldık. Şimdiden iyi seyirler.
American Honey (Yön. Andrea Arnold, 2016)
Doğal ve görsel olarak çarpıcı olan bu yol filmi; gençliği, yoksulluğu ve özgürlüğü, Ortabatı Amerika’da seyahat ederken dergi aboneliği pazarlayan bir grup gencin dinamikleri merceğinden ele alır. Talihsiz bir geçmiş ve zorlu yaşam şartlarıyla mücadele eden Star, yeni katıldığı bu grup ile alışveriş merkezlerinden banliyö mahallelerine dolaşırken kendini partiler, koşuşturma ve geçici ilişkilerden oluşan kaotik bir dünyada bulur. Tüm bunları deneyimlerken hayata dair anlam, kimlik ve aidiyet arayışında duygusal yakınlıklar kuracaktır.
Katıldığı pek çok uluslararası film festivalinden ödüllerle dönen Cannes Jüri Ödüllü American Honey (2016) genç bir kadının kendisini ve hayatı keşfetme yolculuğuna günümüz ABD’sinin temel açmazları penceresinden bir bakış sunmaktadır.
Loveless (Yön. Andrey Zvyagintsev, 2017)
Boşanma sürecinin son aşamalarındaki Rus bir çiftin on iki yaşındaki oğulları Alyosha, ardında iz bırakmaksızın kaybolur. Her biri kendi hayatlarıyla meşgul anne-babanın kayıp çocuklarını arama çalışmaları yoğunlaştıkça, hayatlarının merkezindeki duygusal boşluk da iyice görünür hâle gelir. Loveless (2017), eşler arasında, ebeveyn ve çocuklar ve hatta toplumu oluşturan bireyler arasındaki sevgisizliğin nasıl yıkıcı sonuçlara yol açabileceğinin ürkütücü bir keşfine dönüşür.
Cannes Jüri Ödülü’nü kazanmanın yanı sıra aynı sene 90. Akademi Ödülleri, BAFTA ve Altın Küre Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film adaylıkları da bulunan film, duygusal yabancılaşma, iletişimsizlik ve ilgisizliğin modern Rus toplumundaki izlerini ustalıkla sürmektedir.
Capernaum (Yön. Nadine Labaki, 2018)
Capernaum (2018) kaosun hüküm sürdüğü tanıdık bir coğrafyada henüz on iki yaşında olmasına rağmen yaşamın yükünü omuzlamış, yorgun ve öfkeli ama mücadeleyi asla bırakmayan Zain’in hikâyesini anlatır. Gerçek hayatta Suriyeli bir mülteci olan Zain Al Rafeea tarafından canlandırılan karakter, kendisini dünyaya getirdikleri için anne ve babasının yargılanmasını istemektedir. Zain’in yolculuğu aracılığıyla film; çocuk ihmali, yoksulluk, kimliksiz ve belgesiz mülteciler, sistemsel adaletsizlik ve savunmasız kişileri korumakla yükümlü kurumların yetersizlikleri gibi günümüzde geçerliliğini hiç yitirmeyen sorunları gözler önüne sermektedir.
Lübnanlı yönetmen ve aktivist Nadine Labaki’nin “organik” olarak tanımladığı belgesel benzeri bu filmi, layık görüldüğü Cannes Jüri Ödülü ile birlikte hem Akademi Ödülleri’nde hem de Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışarak büyük beğeni toplamıştır.
Bacurau (Yön. Kleber Mandonça Filho, Juliano Dornelles, 2019)
Kurgusal Bacurau kasabasının lideri Carmelita’nın ölümünden kısa bir süre sonra cep telefonu sinyallerinin bozulması ve kasabanın haritalardan silinmesi gibi bir dizi rahatsız edici olay yaşanır. Kasaba halkı bir yandan bu olaylarla uğraşırken bir yandan da bir grup silahlı paralı askerin saldırısına karşı evlerini savunmak için birlikte hareket etmek durumunda kalır.
Western, korku ve distopik türlerin unsurlarını başarıyla harmanlayarak modern Brezilya’daki sömürgecilik, toplumsal eşitsizlik ve direnişe dair keskin bir yorum sunan Bacurau (2019), özellikle görselliğiyle çarpıcı bir sinematik deneyim sunar. Film sessiz ve belgesel tarzı gerçekçi bir tondan patlayıcı bir şiddet tonuna geçiş yaparken toplumlar insanlıktan çıkarıldığında barışın ne kadar çabuk bozulabileceğinin de altını çizmektedir.
Les Misérables (Yön. Ladj Ly, 2019)
Victor Hugo’nun dünya edebiyatının klasiklerinden olan Sefiller romanıyla aynı ismi paylaşmasına rağmen, eserin doğrudan bir uyarlaması olmayan bu modern hikâyede, günümüz Fransız toplumunda yakın geçmişte yaşanan gerçek bir olayın izleri sürülmektedir. Farklı sosyal sınıflardan, etnik kökenlerden ve geçmişlerden gelen insanlar arasında bir kardeşlik anı olarak yaşanan 2018 FIFA Dünya Kupası kutlamasında meydana gelen polis şiddetiyle başlayan film bir gencin yaptığı hırsızlık olayının büyük bir krize dönüşme sürecini anlatır.
Sürükleyici bir suç draması olan Les Misérables (2019), 92. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film dalında ödüle aday gösterilmiştir. Toplumsal dinamiklerin nabzını tutan film; yoksulluk, adaletsizlik ve isyan temalarını Paris’in marjinal bir banliyösü olan Saint-Denis üzerinden işlemektedir.
Ahed’s Knee (Yön. Navad Lapid, 2021)
Ahed’s Knee’nin (2021) başrolünde filmlerinden birini sunmak ve hükümet tarafından desteklenen bir tartışmaya katılmak için İsrail’in ücra bir çöl kasabasına seyahat eden bir film yapımcısını izleriz. Tartışma konularını onaylı bir listeyle sınırlandırmayı kabul eden yapımcı, bir form imzalaması talebiyle karşı karşıya kalır. Bu görünüşte bürokratik olan durum, kişisel ve politik bir çöküşü tetikler. Sansürün ve sanatçının siyasi baskı altında yaşadığı duygusal tepkilerin yarı otobiyografik, deneysel bir eleştirisi niteliğindeki Ahed’s Knee; gerçek ile hayalin, içsel ile dışsal olanın arasındaki çizgileri bulanıklaştıran bir anlatı izler.
İsmini İsrailli bir askere tokat attıktan sonra yetkililer tarafından hapsedilen Filistinli genç aktivist Ahed Tamimi’den alan film, devletin acımasız gücünü eleştirirken sanatçıların yaşanan ıstıraba kayıtsız kalışına da yaşanan bu ahlaki çöküşün penceresinden bakmaktadır.
Memoria (Yön. Apitchatpong Weerasethakul, 2021)
Kolombiya’da yaşayan İskoç bir botanik uzmanı Jessica Holland, bir sabah gizemli bir patlama sesiyle uyanır. Bu sesi yalnızca kendisi duymaktadır. Sesin kaynağını bulma arayışında bir arkeolog, bir ses mühendisi ve kırsal bölgede yaşayan bir balıkçı ile tanışır. Geleneksel anlatı yapılarından uzak, meditasyon benzeri bir sinema deneyimi sunan filmde başrolde Tilda Swinton’ın etkileyici performansı dikkati çeker.
Pek çok uluslararası festivalden ödüllerle dönen Memoria (2021); izleyiciyi bellek, algı ve zaman temaları üzerinden zihnin bilinç dışı süreçlerine uzanan içsel bir yolculuğa çıkarmaktadır.
The Eight Mountains (Yön. Felix van Groeningen, Charlotte Vandermeersch, 2022)
Paolo Cognetti’nin aynı isimli romanından uyarlanan The Eight Mountains (2022), çocukluk arkadaşları Pietro ve Bruno’nun peşine birlikte düştükleri anlam arayışlarını konu almaktadır. Pietro, babasının ölümünden sonra onun İtalyan Alpleri’nde bir kulübe inşa etme hayalini gerçekleştirmek için uzun süredir gitmediği köyü ziyaret eder. Bu süreçte hâlâ köyde yaşayan ve yıllardır görüşmediği Bruno ile olan dostlukları yeniden şekillenirken hayatın anlamı üzerine birlikte düşünürler. Film büyüleyici doğa manzaraları eşliğinde arkadaşlık, aile bağları ve kimlik kavramları üzerine yavaş tempolu ve etkileyici bir anlatı sunar.
Alplerin görkemli manzaralarını yakalayan sinematografisiyle dikkat çeken film arkadaşlığın kök salan ve insanı bekleyen bir şey olması vurgusuyla, birlikte büyümenin hikâyesini duygusal bir derinlikle beyazperdeye taşımaktadır.
EO (Yön. Jerzy Skolimowski, 2022)
Robert Bresson’un 1966 yapımı Au hasard Balthazar filminden esinlenen Polonya-İtalya yapımı EO (2022), EO isimli bir eşeğin gözünden dokunaklı ve görsel olarak sürükleyici bir anlatı sunar. EO sirk sömürüsünden kurtulduktan sonra özgürce dolaşan bir gezgine dönüşürken yolculuğu sırasında karşılaştıklarını olduğu gibi onun bakışından izleriz. Yol boyunca türlü tehlikelerle karşılaştığı kadar nezaketle de karşılaşan EO’nun hikâyesi, hem insanların doğayla ve diğer canlılarla olan ilişkisinin vahşetini hem de doğal yaşamın karmaşık yapısını gözler önüne serer. Cannes Jüri Ödülü’nün yanı sıra katıldığı pek çok festivalden ödüllerle dönen EO (2022), empati, özgürlük ve insan-hayvan ilişkileri üzerine düşündürücü bir deneyim vadeder.
Fallen Leaves (Yön. Aki Kaurismäki, 2023)
Aki Kaurismäki’nin “Proletariat” serisinin Shadow in Paradise (1968), Ariel (1988) ve The Match Factory Girl (1990) filmlerinden sonraki dördüncü filmi olan Fallen Leaves (2023), yönetmenin işçi sınıfı yaşamı ve aşkı keşfini sürdürür. Ansa ve Holappa günümüz Helsinki’sinde yaşam mücadelesi veren iki bireydir. Ansa çalıştığı süpermarkette son kullanma tarihi geçen bir yiyeceği aldığı için haksız yere işten çıkarılır. Holappa ise metal işçisi olarak çalıştığı inşaatlarda alkol bağımlılığı nedeniyle sorunlar yaşar. Bir akşam gittikleri bir karaoke barında tesadüfen karşılaştıktan sonra yeniden bir araya gelmelerinin türlü yollarına türlü engeller çıkacaktır. Hayatlarının hayret uyandırıcı tekilliği içinde her şeye rağmen bağ kurmaya çabalayan iki bireyin sade ve samimi hikâyesini anlatan film, sevgi ve dayanıklılığın dokunaklı bir keşfi olarak öne çıkmaktadır.
Emilia Pérez (Yön. Jacques Audiard, 2024)
Güçlü bir Meksika kartelinin lideri olan Manitas’ın avukatı yardımıyla kayboluşunu organize ederek Emilia Pérez adlı bir kadına dönüşmesini konu alan müzikal-suç-dram türündeki film toplumsal cinsiyet ve kimlik dönüşümü kavramlarına çarpıcı bir bakış sunar. Heteronormatif sistemlerin inşa ettiği kalıpların yıkılarak, bireyin kimliğini sürekli yeniden yaratabileceği söylemini temel alan Emilia Pérez’de (2024) baş karakter yaşadığı dönüşümün yalnızca fiziksel zorluklarını değil, beraberinde getirdiği ruhsal ve sosyal damgalanma ve baskıları da deneyimler.
Kalıpyargılar barındırması ve trans bireylerin deneyimlerini aktarma şekli konusunda eleştirilen film, kutuplaşan tepkilere rağmen pek çok ödül kazanmıştır. Cannes Jüri Ödülü dışında Akademi Ödülleri’nde 13 adaylık arasından En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, Altın Küre Ödülleri’nde 10 adaylık arasından En İyi Yabancı Dilde Film Ödülü bunlar arasında yer almaktadır.
Sirât (Yön. Oliver Laxe, 2025)
Kaybolan kızını bulmak için oğluyla birlikte Güney Fas çöllerinde bir yolculuğa çıkan bir babanın hikâyesini anlatan Sirât (2025), dünya prömiyerini Jüri Ödülü’nü kazandığı 78. Cannes Film Festivali’nde yapmıştır. Yolculukları baba ve oğlunu bir şekilde kaybolmuş bir dünyaya sürükler. Elektronik müzik ve kültürel yabancılaşmanın iç içe geçtiği bu mistik deneyim, onlar için hem fiziksel hem de duygusal açıdan zorlayıcı olacaktır.
İnsan ve dünya, kolektif ve bireysel, varlık ve hiçlik, tekillik ve evrensellik hakkında deneysel serüven vadeden Sirât’ın (2025) yakın zamanda MUBİ platformunda gösterime girmesi öngörülmektedir.
Sound of Falling (Yön. Mascha Schilinski, 2025)
78. Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü’nü Sirât (2025) ile paylaşan Sound of Falling (2025), Almanya’nın Altmark bölgesindeki bir çiftlik nedeniyle hikâyeleri kesişen farklı nesillerden dört kadını anlatır. Tarihin farklı dönemlerinde yaşayan Alma, Erika, Angelika ve Lenka, gençliklerini aynı çiftlikte geçirmiş oldukları için birbirlerine incelikle bağlıdırlar. Her biri kendi şimdiki zamanlarında ilerledikçe, geçmişin izleri yavaş yavaş ortaya çıkarak nesiller boyu süren ve kuşaktan kuşağa aktarılan travmatik yaşantıları da gözler önüne serilir.
Şiirsel bir anlatım tarzı benimseyen Sound of Falling (2025), tarih boyunca ve günümüzde hâlen toplumsal sistemlerin ve aile kurumlarının kadınların yaşadıkları acı dolu travmatik yaşantıları nasıl desteklediğinin ürkütücü bir arayışını sunmaktadır.