Edebiyat ve sinema zaman zaman birbirinden faydalanan iki sanat dalı olup sinema uyarlamaları çoğu zaman hayal kırıklıkları yaratır. Sinemaseverler bu sebeple romandan beyaz perdeye uyarlanan filmlere temkinli yaklaşırlar. Fakat Cormac McCarthy’nin Pulitzer ödüllü romanından sinemaya aktarılmış Yol (The Road) filmi bu görüşü kıran ve hatta filmin romanından bağımsız, başlıca bir yapıt gibi yorumlanabilmesini sağlayan özelliklere sahip. Bu başarıda senarist Joe Penhall, yönetmen John Hillcoat ve oyuncular Charlize Theron, Viggo Mortensen, Guy Pearce ve Robert Duvall’in ayrı ayrı katkıları bulunmakta ve tabii filmin küçük yıldızı Kodi Smit-McPhee’in…
Filmin psikolojik çözümlemesi ile geneline hakim olan soluk renk seyirciyi yapıta kolayca adapte ediyor. Bu unsurla seyirciye verilmek istenen kasvetli hava başarıyla yansıtılıyor. Bu psikolojik çözümleme filmde çift katmanlı olarak işleniyor: Nükleer savaş öncesi ve nükleer savaş sonrası dünya.
Film baba ve oğlun bu kurak ve harap olan dünyada kurtuluşa erebilmek için güneydeki sahil şeridine ulaşmak maksadıyla çıktıkları yolculukla başlıyor. Bu yolculuk öncesi meydana gelenler ve annenin evi terk etmesi geriye dönüşlerle izleyiciye yansıtılıyor.
Filmimizin her iki katmanının içerdiği psikolojik çözümleme ve semboller anlatım derinliğini sağlıyor ve filmi, kıyamet senaryolarını birbirinden kopya ederek tekrar tekrar gözler önüne sren klişe filmlerden ayırıyor. Filmin ilk ve en önemli özelliği ise içerisinde yer alan karakterlerin hiçbirisinin adının geçmiyor olması ve zaten buna da gerek duyulmuyor. Filmin başarısındaki sır da burada yatıyor. Çünkü konu zaten karakterlerin başından geçen olaylar değil, anlatılan, insanlığın ta kendisi: Daha fazla güç, daha fazla zenginlik isteği ve tamahkarlığın getirdiği hırs ve dünyanın bunun sonucunda tükenişi. Günümüz dünyasının durdurulamayan isteklerinin bizi götüreceği olası son. Bu kasvetli hava filmdeki puslu ve soluk renkli atmosferle sağlanıyor ve aslında günümüz insanına çanak tutuluyor.
Yaşadığı dünyayı hırslarıyla ve bitmek bilmeyen istekleriyle kirleten insanın trajik öyküsüdür Yol filmi. Baba ve oğlunun her şeye rağmen hayatta kalmak için mücadele verişleri ve bunu yaparken insanlık vasıflarını kaybetmemeye gayret edişleri de filmin önemli mesajları arasında yer alıyor. Nitekim bu yolculukta harap olmuş dünyada baba ve oğlunu kendi türdeşlerini yiyerek ve cinsel anlamda istismar ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışan toplulukların oluşturduğu tehlikeler bekliyor. Cinsel şiddet ve yamyamlık dürtüsüyle hareket eden bu insanlar aslında insanoğlunun kendi elleriyle mahvettiği dünyasının içinde bulunduğu kaosun sembolü konumundalar. Tıpkı bir insanın hırslarıyla kirlettiği benliğinin yaşadığı içsel sıkıntılar ve çatışmalar gibi. Bu içsel sıkıntılar ve çatışmalardan dolayı yaşanılan zihinsel bunalımların getirdiği dürtü kontrolü kaybı ve bunların diğer insanlarda yarattığı korku ve endişe filmde çok başarılı bir şekilde işlenmiş.
Sigmund Freud, yamyamlık ile cinsellik arasında bir bağ kurar. Yemek yemenin ve sevişmenin birbirinden ayrılmayan iki faaliyet olduğunu belirtir. Filmde annenin “Bana ve ona tecavüz edecekler, sonra bizi öldürecekler, bizi yiyecekler.” sözleriyle açlığın ve kıtlığın insanda yarattığı yamyamlık ve bunun sonucunda buna eşzamanlı olarak ortaya çıkan cinsel sapkınlığa neden oluşu ifade ediliyor. Yaşadığı ve beslendiği dünyasını kurak ve harap bir dünyaya çeviren insanoğlunun kendi elleriyle yarattığı cehennemde içine düştüğü açmazlar sonucu ruhsal tekamülünü kaybedip sapkınlığa düşmesi filmde başarılı bir şekilde yansıtılıyor. Buna karşın baba, oğluna daima iyi insanlar olduğunu telkin ediyor ve bir gece yaktıkları ateşin başında otururken oğluna bunu tekrar anımsatarak “Biz iyi insanlarız, çünkü ateşi taşıyoruz.” diye ifade ediyor.
Ateş, tüm ezoterik öğretilerde ve dinlerde arınmanın sembolüdür ve kötülüğü yakıp yok eden ve insanı bu vasıflarından arındıran bir semboldür. Bu sebeple hayatında pek çok kötülük yapan ve günah işleyen kimselerin cehennemde ateşle cezalandırılmaları pek çok dinde yer alır. Filmde de bu sembol hem yaşanılan ızdırap hem de arınmanın sembolü olarak kullanılmıştır ve ayrıca hayatta kalabilme arzusunun da sembolüdür. Filmin son kısmında babanın ölümü üzerine çocuk yalnız kalır ve kumsalda yanına biri yaklaşır. Çocuk onu sorgularken ateşi taşıyıp taşımadığını sorar ki onun insani olmayan vasıflarından arınmış olup olmadığını bu yöntemle sorgular tıpkı babasının öğrettiği gibi. Mistik bir yolculuğa çıkan Zerdüşti’ye kılavuzluk eden ve onun varlığının yegane nedeni olan Ahura Mazda misalidir. Kainatın temelinde yatan ateşin babadan oğla bir miras olarak geçişidir ve yolun varlık sebebidir. Oğulun bu mirası nasıl kullandığı ise filmin muamması durumunda…
Babanın filmdeki tek mücadelesi eşinden kendisine yadigar olarak kalan oğlunu korumak ve onu güvenli olarak gördüğü, onlar için adeta kurtuluşa erişin sembolü olan, güney sahillerine ulaştırmaktır. Bu mücadelesi uğruna zaman zaman gaddarlaştığı görülür. Hayatta kalmak ve oğlunu korumak dürtüsüyle yollarına çıkan ihtiyarı yanlarına alıp yemeğini paylaşmak istememesi ve kendilerini soyan siyahîyi yolda yakalayıp bütün kıyafetlerini alarak soğukta çıplak bir şekilde ölüme terk etmesi bu ruhsal durumun yansımasıdır. Bu anlarda oğlu ona bunu yapmamasını ve onlara yardım etmeleri gerektiğini telkin eder. Zor şartlarda hayatta kalmaya çalışan bir insanın acımasız olduğu anlarda vicdanının onu rahatsız eden fısıltıları gibi.
Baba, oğluna olan sevgisi sebebiyle adeta onu hayatının tek gayesi haline getiriyor. Onun yaşaması ve güvenli bir şekilde güneye ulaşması babası için bir inanç meselesi haline geliyor. Öyle ki yaşlı adamla birlikte yedikleri akşam yemeğinin sonrasında “O benim için bir Tanrı.” diyor. Bunun üzerine yaşlı adam onu bu düşüncesinden vazgeçmesi ve tek bir gayeye bağlı kalarak yaşamaması konusunda uyarıyor. Baba için hayatta kalmak ve oğlunu korumak yegane amaç ve bu sebeple intihara kalkışmaya karşı çıkıyor. Eşinin intihar konusundaki ısrarları üzerine bunu reddediyor ve ne olursa olsun intiharın bir çözüm olmadığını düşünüyor. Çünkü bu insan olmanın erdeminin sekteye uğraması ve ruhsal tekamüle, insan olmaya ve insan olarak kalmaya engel. Yaşamda kalıp mücadele vererek erdeme ve gerçek kurtuluşa erebileceğinin farkında ve bu düşünce filmde güney sahilindeki iyi insanların olduğu yere ulaşma sembolüyle veriliyor ki oğlu için bunu başarıyor da kendisi göremese de. Ayrıca yolculukları boyunca takip edildikleri hissine kapılıyor ki nitekim bu hisleri yanlış değil, çünkü herkes tıpkı onlar gibi “Yol”da.
Dış dünyanın baba üzerinde yarattığı etkiler filmdeki diğer psikolojik çözümlemeleri ve sembolleri oluşturuyor. Verdiği mücadelenin fiziki ve ruhsal yıpranmaları sebebiyle babada meydana gelen çöküş farkındalığına sebep oluyor. Farkındalık, insanın dış dünyayı bilinçli olarak algılayıp kendi benliğinden ayırması ve bu yolla kendi varlığının bilincine varması demektir. Dış dünyanın kasvetinin kendisinde yarattığı ruhsal bunalım babanın var olan durumun farkına varmasına sebep olur. Kendi ruhunda yarattığı yansımalarından yola çıkarak benliğinin farkına varır. Bu durum farkındalığına ulaşarak bir mücadele içerisine girmesinde tetikleyici güç olur. Fakat bu mücadelede zaman zaman tükendiği ve çıkmaza düştüğü de oluyor. Bu durumlarda kimi zaman rüyalarında görerek ve ruhsal açıdan bitkin düştüğü anlarda zihnine eşiyle birlikte geçirdiği huzurlu, güvenli ve mutlu zaman dilimlerini getirerek kendini teskin ediyor. Bu da yaşadığı olayların kendisinde yarattığı anima arketipinden kaynaklanıyor.
Anima arketipi hayatta oynamak zorunda olduğumuz dişi ya da eril rol kişiliğimizin, yani personanın bir parçasını oluşturur. Pek çok insan için bu rol fiziksel cinsiyetleriyle belirlenmekte olup anne karnından itibaren başlayan bir süreçtir. Bebek, anne karnındayken onunla bağ kurar. Bu süreçte dış dünyadan ve onun tehlikelerinden yalıtılmış sıcak, mutlu, güvenli ve huzurlu bir dünyadır birey için. Bu ortamın bireyde oluşturduğu mutluluk bireyin doğumdan sonra sürekli olarak bu anne karnındaki mutlu ortamı aramasına sebep olur. Bu sebeple insan hayatı boyunca tüm yaptıklarıyla bu mutlu ve güvenli hayatı elde etmeye çalışmakla uğraşır. Bu geriye ve ilk hale dönüş isteği insanın dış dünyayla çatışmasına sebep olur. Kişi iç benliğinde yarattığı dünya ile dış dünya arasındaki çatışmalardan dolayı mücadeleye girişir. Bu mücadelede kaybettiği her an dış dünyaya karşı menfi tavır almaya başlar ve ona sırtını döner. Bu sebeple yaşadığı içsel sıkıntıları bastırmak, güvende ve mutlu olabilmek için anne karnındaki o sıcak ortamı arar. Bu kimi zaman bir kadına olan aşkla veya onunla yaşanan güzel anlara duyulan özlemle belirir. Nitekim filmde baba, tükenmişlik ve dinlenme anlarında eşiyle birlikte geçirdiği ve kimilerinde cinsel anıştırmaların yer aldığı mutlu, güvenli ve huzurlu anları hatırlar. Anne, onun için ilk kadın figürüyse eşi de onun yerini dolduran ikinci kadın figürüdür. Filmdeki bu unsurlar da işte bu anima arketipine göndermelerdir. Eşi ve ona duyduğu aşk ve istek onun için güvenli bir sığınaktır. Bu anima arketipine bir diğer örnek ise baba ve oğlun yolda yer altı sığınağına rastlamalarıdır. Nitekim bu sığınakta pek çok yemek bulunmasının yanı sıra yeraltında olması ve karanlık ve görünmezlik unsurlarıyla aynı zamanda güvenli ve huzurlu bir ortamdır. Bu ortamda yaşadıkları bol yemekli, mutlu, güvenli ve uzun zamandır yakalayamadıkları huzurlu ortam bulur onları. Tıpkı dış dünyanın her türlü etkenlerinden yalıtılmış ve annenin yediği besinlerden faydalanan rahimdeki bebek gibi.
Yol filmi konusu, senaryosu, kurgusu, oyunculuğu, yönetmenliği, içerdiği psikolojik çözümlemeler ve sembolizasyonlarıyla genel bir insan prototipinin işlendiği eşsiz bir yapıt. Ayrıca hırslarıyla dünyayı kirleten biz insanoğluna dünyamızın kıymetini bilmemiz konusunda görselliğiyle ayna tutan ve olay örgüsüyle insan doğasının vahşetinin anlatıldığı başarılı bir film. Hem sembolik içerikliğiyle derin bir felsefeyi kucaklayan hem de baba ve oğlun hayatta kalabilmek için verdikleri mücadele ve aralarındaki kuvvetli sevgi bağının neleri başarmaya yettiğini anlatan muhteşem bir sinema uyarlaması.”Yol”da insanın iç dünyasında bastırılmış karanlık yüzlerinin yansımaları bulunmakta. Onda hepimizin benliğinden bir parça var. Çünkü hepimiz “Yol”dayız. İşte bu sebeple herkesin seyretmesi gereken bir film…