Sineplus Akademi’nin kurucusu ve eğitmeni Hakan Hücum, sinema serüvenine genç yaşta başlayıp oldukça yol kat etmiş bir yönetmen. Şu ana kadar çektiği kısa filmlerle birçok ödüle layık görüldü. 2013 yılında Los Angeles Film Festivali Kısa Film Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü ve Seyirci Ödülü’nü “Mesut” filmiyle alan 1988 doğumlu genç yönetmen kariyerine emin adımlarla devam ediyor. Sineplus Akademi’de verdiği derslerle, sinemanın eğitim alanında da adından söz ettiren Hakan Hücum’la, kısa film yönetmenliği, Sineplus’ın işleyişi ve sinemayla ilgili hedefleri hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifle okumanız dileğiyle…
Biyografinize baktığımızda Fen Lisesi ve Eczacılık Fakültesi geçmişinizi görüyoruz. Bunların ardından sinemaya geçişiniz nasıl oldu? İlginiz ne zaman başladı?
Ben fen lisesinde yatılı okurken canım sıkılıyordu. Ne yapsam ne yapsam diye düşünmeye başladım. Arkadaşımın babasının kamerasını alıp filmler çekelim, klipler çekelim falan diye karar verip öyle başladık. Lise 1’deydik. Bir klip çektik. Kurguyu öğrendim, sonra da arkadaşlarımla birlikte kısa film çektik. Bir sürü insan vardı benimle birlikte çalışan. Onlar sonra başka işlere daldılar. Ben gaza geldim. Çünkü çektiğimiz ikinci kısa film liseler arası festivalde “En İyi Film” ve “En İyi Erkek Oyuncu” ödüllerini alınca hoşuma da gitti. “Yani demek oluyormuş; rekabetin olduğu bir yerde biz bir şeyler becerebiliyormuşuz” deyince… Sayısalcıydım. Eczacılık’a mecburen gelmiştim, orayı tuttu puanım. Sonra da lisede başlayan sinema macerası hiç durmadan devam etti.
Bize Sineplus Akademi’den bahsedebilir misiniz?
Sineplus Akademi kurulalı çok yeni oldu. Yaklaşık 8 – 9 ay önce başladık çalışmalarına. 3 ay önce de eğitime başladık. Sineplus’un geçmişi Sinematek’e dayanıyor. Biz Sinematek’te Koray’la (Yeltekin) birlikte çalışıyorduk. Ben Sinematek’te burslu eğitim aldıktan sonra oranın öğrencisi oldum. Bütün derslerini aldım sonra orada kurgu eğitimi vermeye başladım 19 yaşındayken. Sonrasında yönetim kurulu başkanlığı yaptım ve oranın idaresini üstlendim. Sonra da artık “Biz daha yenilikçi bir şeyler yapabilir miyiz? Daha kendimize ait bir şey yapabilir miyiz?” dedik. Çektik geldik Sineplus’a. Derdimiz eğitim. Ben 18 yaşından beri eğitim veriyorum ve eğitim alıyorum sinemayla alakalı. Sinemanın eğitim yönünü çok seviyorum.
Sineplus Akademi’yi, ülkemiz sinemasının gelişimi ve seyircilerin sinemaya ilgisi düşünüldüğünde nasıl konumlandırırsınız? Sineplus’tan kimler nasıl yararlanabilir?
Hatırlıyorum, 2006 yılında dışarıdan sinema eğitimleri yokken var olan bir kurumdu Sinematek. Kimse dışarıdan sinema eğitimi alamıyordu. Workshop tarzı ufak şeyler oluyordu ama böyle dışarıdan alınabilecek komplike bir yönetmenlik eğitimi yoktu. Sinematek’ten sonra çok çoğaldı geçen yıllarda. Sineplus’ınamacı tam olarak komplike, sinemanın kamera arkasındaki tüm alanlarını kapsayan, tamamıyla özgün ve bildiklerinin tamamını aktarabilecek bir eğitim vermek. E bunun için de tüm kurslarımızı belli bir sisteme göre yapılandırıp, Türkiye’de doğru dürüst verilmediğini düşündüğümüz sinema eğitimini, herkese ulaşılabilir ve herkes için doğru anda, onların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde vermeyi düşünüyoruz. Bu da en büyük artımız. Yani biz insanların her yaş grubunda sinema yapabileceğini ve bunun için de gerekli olan ekip ve motivasyon desteğini sağlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Genç bir sinemacı olarak sizi en çok besleyen yönetmenler kimler? Örnek aldığınız sinemacılardan bahseder misiniz?
Ben ilk önce, en çok Zeki Demirkubuz’dan etkilenmiştim Türkiye sinemasında. Şu an o kadar etkilenmiyorum. Biraz ego olması lazım bu işte. Ben Türk yönetmenlerden özellikle Nuri Bilge Ceylan’ı çok ayrı tutuyorum. İlk filmlerini izlediğimden itibaren çok etkileniyorum. O tarz bir sinema yapamam ama etkileniyorum. Reha Erdem’e bayılıyorum. Hastasıyım. Hâlâ hastasıyım yıllar geçse de… Ondan sonra… Derviş (Zaim) Hoca da iyidir. Yani birçok insandan etkileniyorsun. Benim aslında en çok sevdiğim ve kendi tarzıma yakın bulduğum film Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım, 2006). O filme bayılırım. Her izlediğimde ağlıyorum, duygulanıyorum falan. Müthiş hoşuma gidiyor. Keşke öyle bir şey yapabilsem diyorum. Yani o tarz işleri çok seviyorum. Bir de şey… Benim hakikaten böyle örnek aldığım, onun gibi yapayım falan dediğim hiç kimse yok. O da şundan kaynaklı; sinema okuyorsa bir insan, mutlaka bir şeye takıntılı oluyor. Derste dünya sinemasından Andrei Tarkovsky ‘yi görüyor, gaza geliyor. Onu görüyor, bunu görüyor gaza geliyor. Ben sinema eğitimini lisans düzeyinde almadığım için, benidaha özgün yetiştirdi diye düşünüyorum. Daha açık sanki. Çünkü ben sinema öğrencileriyle de konuşuyorum. Çalışıyoruz hep birlikteyiz, onların böyle dar vizyonları olduğunu düşünüyorum. Tabii bu da benim her zamanki gibi çıkıntı bir düşüncem. Gerçekten genellemek yanlış olur belki ama sinema eğitimi almamış yönetmen adaylarının ya da sektörde çalışanların daha geniş vizyona sahip olduklarını düşünüyorum. Daha farklı bakıyorlar. O yüzden örnek aldığım yönetmen yok; ama sevdiğim çok güzel işler var. Hele hele yapmak istediğim çok güzel işler, gördüğümde çok etkilendiğim müthiş şeyler var. Aslında yapamayacağımı da düşünüyorum. Mesela Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi gibi bir filmi herhalde insanın çekebilmesi için çok büyük bir birikim lazım. Yani belki 30 sene sonra birileri daha yapar diye düşünüyorum. Çünkü çok efsanedir yani… Reha Erdem aynı şekilde… Ama böyle direkt örnek aldığım biri yok.
Ödüllü bir kısa filmci olmanın artılarının yanında eksileri de var mı?
Ödüllü kısa filmci olmak çok rastlantı bir şeydir, ben size söyleyeyim. Senelerce kısa film yaptım. Senelerce bu sektörün içinde kalmaya çalıştım. Bir sürü saçma sapan kısa film denemelerim oldu. 10’dan fazla kısa filmim var. Bir kısmı yok ortada, sadece internettebulunabiliyor. Bazılarını yazdım. Lisede çektiğim ikinci kısa filmim ödül alınca -ilki zaten saçmasapan bir şeydi- gaza geldim ve “ben bir tane daha yaparım” dedim. Hiç yapamadım senelerce. Hiç hem de. Kimilerinin beğendiği, kimilerinin dikkate almadığı “Mesut”u (2012) çekerken de durum böyle oldu. Onu bir sürü festivale yolladım ve hiçbirinden cevap alamadım. Ben yine kaybedenleri oynadım yani. Kaybedenleri oynadığınız gün şunu fark ediyorsunuz: “Ben çalışıyorum, çabalıyorum, film çekiyorum kimse beni anlamıyor. Ya da ben beceremiyorum.” Ben direkt ‘ben beceremiyorum’ tarafına girdim ve “demek ki olmuyormuş böyle bir şey” dedim. Ödül alanlar… Onlara giydiriyorsunuz. “Aaa kötü filmler ödül alıyor, bilmemne oluyor, şu oluyor bu oluyor. Siyasi durumlar var” falan. Bir gün bir şey oldu ve Los Angeles’a davet ettiler. O günden sonra bir şey değişti. Bir dönüş oldu ve o günden sonra şunu fark ediyorsun: Birileri sizi takdir etmeye başlıyor. “Aa evet çok güzel bir film çekmişsin. Bu filmin güzel, o filmin kötü, bu filmin daha güzel olacak. İnşallah ilerde çok güzel olacaksın” filan. Ödüllü kısa filmci olmanın bir dezavantajı yok. Tek şudur: Eğer ödüllü kısa film yönetmeniyseniz, Türkiye’de belli bir güruhun içindesinizdir. O güruhun içinde kalmayı istediğiniz sürece kodları da öğrenmişsiniz demektir. Zannediyorum artık bunu becerebiliyorum. Artık daha iyi biliyorsunuz neyin satacağını. Artık bir şeyleri biliyorsunuz. Yine açık konuşmak gerekirse, benim düşüncem, herkesin ödüllü kısa film çekebileceği yönünde. Ödül mekanizması zaten yanlıştır. Mantık olarak yanlıştır ama biz ödülün de kaymağını yeriz. Biz onu aldığımıza göre yeriz. Yedik de. Daha da yeriz. Bir insanın özgeçmişine baktığınızda eğer ödül yoksa hiçbir anlamı yok; ama ödül varsa, bir şeyler olmaya başlıyor ve gidip birilerine “Filmim 12 festivalde gösterildi bilmemne ödülü aldı.” falan diyebiliyorsunuz. Hava için gerekiyor böyle şeyler ama geri kalanı için çok önemli değil yani. Kötü yanı yok, iyi yanı var ama ödül alma mekanizmasının yanlış olduğunu düşünüyorum kısaca.
Kısa metraj filmin uzun metraja göre kolaylıkları ve zorlukları neler?
Valla o da çok klasiktir. Her kısa metrajcı uzuna geçmek ister diye düşünüyoruz biz. Seminerlerde filan da konuşuyoruz hep böyle kısacı arkadaşlarımızla. Biz uzun metraja geçmek isteyen kısacılarız genel olarak. Hepimiz uzun metraj yapmak istiyoruz. Amacımız bu. Uzun metraj film yönetmek istiyoruz. Kendi filmimizi çekmek istiyoruz. Ödül almaya başladığınızda bazı tecrübeler edinmeye başladığınızda gördüğünüz şey şu: Uzun metraj film çekmek deli işi. Hakikaten manyakça bir şey. Yani, Türkiye’de iyi bir uzun metraj senede bir tane çıkıyor ve sen o olmaya çalışıyorsun;ama arkada da beş yüz tane adam var aynısını olmaya çalışan. Doğal olarak kısayla uzun arasındaki fark, temel olarak şu: Gerçekten iyi bir uzun metraj çekebilmek için, Türk kısa filmcisi olmaman gerekiyor. Başka bir kafaya geçmen gerekiyor. Daha büyük düşünmen gerekiyor. Yurtdışındaki kısa filmleri izlemek gerekiyor. Ha bu aradaben yapıyor muyum? Hayır. Ben emin değilim yapabildiğimden; ama biliyorum ki o noktaya gidebilmek için, Türk yönetmenlerin de üstüne çıkabilmek için, örnek aldıklarının da üstüne çıkabilmek için önce bir dünya sinemasını tanımak lazım. Dünyada neler yapılıyor bilmek lazım. İnsan öykülerini bilmek lazım. Senaryoyu iyi bilmek lazım. Üstüne bir de para sorunu var Türkiye’de. Parayı çözmek lazım. Yani parasız film ya da cebinden film çekmek intihardır, gereksizdir, saçmadır. Mutlaka destek mekanizmalarını devreye sokmak lazım ya da işte sağdan soldan torpilli olman lazım. Başka türlü uzun çekemeyiz hiçbirimiz.
İlerde sinema adına başka neler yapmak istiyorsunuz? Hedefinizde ne gibi projeler var? Sinema adına özellikle yoğunlaşmak istediğiniz konular neler?
Ben açıkçası eğitime hiç ara vermeyi düşünmüyorum. Sinema eğitimlerine herhalde pes etmeyeceğim sürece, ki pes etmemin çok zor olduğunu düşünüyorum, hep devam edeceğim. Yani sinemanın merkezinde kalmak istiyorum hep ve bunun eğitimle mümkün olduğunu düşünüyorum. Eğitim verdiğinizde bir şekilde üst bir bilgi birikimine geçiyorsunuz. İnsanlardan aldığınız geri dönüşlerle, onlarla tartışmalarınızda, verdiğiniz derslerde… İnsan, egosunu da törpülüyor ders vererek yani. Yukarılara çıkarmıyor, daha normal bir seviyede kalıyor, daha iyi iletişim düzeyine kavuşuyorsunuz ve şeyi biliyorsunuz: Bildiğini aktarmanın egosu başka oluyor bu sefer. Hani ben iyi bir şey yapıyorum, insanlara bir şeyler anlatıyorum, yetiştiriyorum, şunu yapıyorum bunu yapıyorum, çok mutluyum falan diyorsunuz. Sinema eğitiminden vazgeçmem. İnşallah müşteri gelirse… (gülüşmeler) Uzun metraj film yönetmek isterim tabii ki bu her kısacının hayalidir. Benim de hayalim, ama doğru zamanı bekleyeceğim. Yani iyi bir proje olana kadar aklımda, ben bunu ölümüne çekerim diyeceğim kadar… Son kısa filmim gibi yani. Bir sürü engele rağmen üç yıldır uğraştığım işi çekmeye çalışıyorum ve bir sürü engelim var ama yine çekeceğim. Onu da çekeceğim, onu da çekeceğim, hepsini yapacağım. Sinema adına yapılabilecek en iyi şey eğitim vermeye devam etmek ve sektör çarkına çok girmeden, uzun metraj film çekip bir şekilde kendini uluslararası festivallerde gösterebilmek. Bunlar öyle kolay hedefler değil maalesef. Zamana yayılacak. Belki de başarısız, burada böyle eğitim vermeye devam eden bir adam olacağız sonra; ama önündeki hedefleri doğru koyarsan ve o hedeflerde çalışırsan niye olmasın. En azından o bilinç düzeyine ulaşman lazım.
Son olarak Fil’m Hafızası’nı nasıl değerlendirirsiniz?
Fil’m Hafızası’nı birkaç yıldır takip ediyoruz. Son yıllarda da gayet işbirliğimiz ilerlemiş durumda. Ben çok başarılı bir proje olarak görüyorum Fil’m Hafızası’nı. Bence, müthiş bir şey. Hep örnek veririz biz aramızda. Farklı kitlelere, film izletmeyi, kısa film izletmeyi başarmışlığı vardır. Farklı insanları film çerçevesi içinde toplaması müthiştir. O sosyal etkinlikler ve bütün medya ayakları çok başarılı bence. Merakla takip ediyoruz Fil’m Hafızası’nın geleceğini. İnşallah hep birlikte daha güzel çalışarak iyi şeyler yaparız.
Sezen SAYINALP