1971 yılının Kasım ayında Leningrad’da Rus öykü yazarı Sergey Dovlatov’u merkeze alarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin politikalarına ve dönemin entelektüellerinin karşılaştığı zorluklara ışık tutan Dovlatov (2018) filminin yönetmen koltuğunda Aleksey German Jr. oturuyor.
Film kitapları ölümünden sonra basılmış Dovlatov’un yazın hayatı ve özel yaşantılarına odaklansa da biyografik bir filmden ziyade bir sistem eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor ve günümüz yönetimlerine de dokunan bir üslup ile SSCB’nin içinde bulunduğu durumu eleştirme çabasına girişiyor.
Yazarlar Birliği’ne üye olmadığı için yazılarını yayımlatamayan ancak “uygun” bir yazı yayımlatmadan da Yazarlar Birliği’ne üye olması mümkün olmayan Sergey Dovlatov; inandığı değerlerin arkasında olan, idealist bir karakter olarak karşımıza çıkıyor fakat muhalif duruşu, sanatsal değerleri ve arkadaş çevresine rağmen para kazanması gerektiği için “iktidar borazanlığı” yapmak ve yapmamak arasındaki ikilemlerine şahit oluyoruz. Film, bu noktada faşizmin konuşma yasağından ziyade söyleme mecburiyeti olduğunu sade ve esprili bir dil ile ortaya koyuyor.
Film eleştirisini sadece Dovlatov üzerinden değil dönemin entelektüelleri hatta Rus edebiyatının yıllar önce hayatını kaybetmiş şair ve romancıları üzerinden de yapıyor. Yıllarca birikimli bir şekilde ilerlemiş ve evrensel bir kimlik kazanmış Rus edebiyatı temsilcilerinin yöneticiler ve onların gözetimi altındaki gazetecilerin elinde nasıl propaganda aracına dönüştüğü trajikomik bir şekilde önümüze seriliyor.
Steinbeck’ten Nabokov’a, Puşkin’den Gogol’e geniş bir edebiyat repertuarı olan film arka planda seyirciye bir edebiyat tarihi sunuyor. Sadece bununla kalmayıp resimden müziğe birçok sanatçının ismini zikrediyor.
Joseph Brodsky gibi çok önemli şairlerin hayatlarının da detaylıca işlenmiş olması, filmin genel anlamda düşük olan temposunu biraz yükseltiyor ve seyircinin salondan umutla ayrılmasını sağlıyor.