İronisiz, çelişkili ve tamamen gerçek olan bir hikâyeye davet ediyorum sizi. Başarılı bir buz patencisinin yok olan kariyerini izlemek ister misiniz? Bu soru, cümleyi okumayı bitirdiğiniz an ağırlaşacak, biliyorum. Sonuç olarak, o kadar ağır bir dram barındıyor ki içinde…
İşte, tam da bu noktada vazgeçmeyin derim ben. Çünkü, Tonya Harding’in tatsız hikâyesini anlatmayı seçen senarist Steven Rogers ve yönetmen Craig Gillespie; belki de Darkest Hour (2017) ya da The Imitation Game (2015) gibi kendilerini Akademi Ödülleri’nde en iyi film arasına sokabilecek biyografik drama türünü kullanmak yerine bambaşka bir yol tercih etmişler.
İlk sahneden itibaren gözümüze çarpan denemeler, klasik biyografik anlatı yapısının kırılacağının habercisi adeta. Biraz kara mizah, biraz “mokümentar” yaklaşım ve Scorsesevari bir sinema dili… İşte, bu kombinasyonun seyirci de oluşturduğu ağlasam mı gülsem mi dilemması, filmi özgün kılan.
Kendine özgü bir annelik anlayışı olan LaVona Galden’in dördüncü evliliğinden doğan Tonya; annesinden göremediği ilgiyi babasından alan, fakat sonraları babası tarafından da terkedilen, yoksul bir mahallede ilgisiz, sevgisiz ve en önemlisi şiddete alışık bir şekilde büyüyen bir çocuktur. Dört yaşındayken, yeteneği annesi tarafından fark edilir ve figüristik buz patenciliğine yönlendirilir. Liseye geldiğinde, zamanının tümünü çalışmalara ayırabilmek için annesi tarafından okuldan ayrılmak zorunda bırakılır ve kendini tamamen buz patenine adar. Bu süre zarfında, buz pistinde tanıştığı ve ona ilgi gösteren ilk erkek olan Jeff Gilloly ile bir çeşit sevgi-nefret ilişkisine başlar. Küçüklüğünden beri annesinden fiziksel ve psikolojik şiddet gören Tonya, “Annem de beni dövüyor, fakat beni seviyor da.” repliğiyle Jeff’in onu dövmesine neden katlandığını ayrıca özetliyor. Özellikle Jeff için saplantılı bir hâl alan bu ilişki, zamanla ikisi içinde büyük birer hataya döner. Tonya aldığı başarılardan sonra Jeff’i eskisi gibi göremezken, Jeff bu durumu gittikçe kişiselleştirmeye başlar. Birbirlerine verdikleri zarar ise, Jeff’in Tonya’yı ön plana çıkarabilmek adına bir diğer başarılı figuristik buz patencisi Nancy Kerrigan’a hazırladığı saldırı ile başka bir boyuta taşınır. Bu saldırının kocası ile bağlantılı olduğu öğrenildiğinde Tonya Harding için her şey bir anda tepetaklak olur ve kariyerine son verilir.
Hem annesiyle hem de sevgilisiyle problemleri olan aynı zamanda maddi olarak yetersizlikler çeken Harding, buz patenindeki başarısını her seferinde bir üst seviyeye taşımasına, birçok madalya almasına, şampiyonluklarına ve hatta dünyada ilk olduğu üçlü axel atlayışına rağmen hiçbir zaman yeterli saygıyı göremez. Bunun nedeni ise, geldiği yer ve çizdiği aile profili ile ilgilidir. Bu noktada, hiçbir şeyin tümüyle bireysel başarıya bağlı olmadığı ve Amerika’daki hipokrasi gözler önüne serilir. Sonuç olarak, “Amerikan Rüyası”nı dünyaya örnekleyebilecek birisi değildir Tonya Harding.
Aynı zamanda Harding’in hikâyesi günümüz modern toplumlarının en problemli noktasına da dokunur. 20. yy sonlarında yaygınlaşan popüler kültürün etkisiyle, insanlar da artık birer tüketim malzemesi olmuş ve gelişen teknoloji ile bu tüketim alışkanlığı hızlanmıştır. Warhol’un, en azından herkesin kulağına bir kez ilişmiş olan “Gelecekte herkes 15 dakikalığına meşhur olacak.” cümlesi özellikle şimdilerde tümüyle doğrulanmıştır.
Büyük başarılarıyla belki de 15 dakikadan biraz fazla süre meşhur olan Tonya, yaşadığı sansasyonel olay ile ülkenin ve hatta dünyanın gündemine oturur. Bir anda kendini dünyanın en çok tanınan isimleri arasında bulmasının ardından, meslekten men cezası ile ne yazık ki en çabuk unutulanları arasına girer. Filmdeki şu replikler ise bu durumu çok güzel özetler; “Bilirsiniz, insanlar sevecekleri birini istiyorlar, fakat nefret edecekleri birini de arıyorlar ve bunu kolaylıkla yapıyorlar.”
Altın Küre’de müzikal ve komedi dalında en iyi filme aday olan I, Tonya (2017); ne yazık ki bu ödüle sahip olamasa da müthiş oyunculukları ile ön plana çıktı. Allison Janney ve Margot Robbie’nin muhteşem oyunculuklarına tanık olmak, Tonya Harding’i tanımak ve biyografik bir filme yapılan eğlenceli yaklaşımı izlemek için başlangıçtaki davete katılmanızı öneriyorum.