Noah Baumbach’ın Greta Gerwig’le birlikte yazdığı ikinci film Mistress America (2015), ikilinin ilk ortaklıkları Frances Ha’yı (2012) başyapıt ilan eden hayranlarını üzmüyor.
21. yüzyılda plazalara, AVM’lere, kapalı alanlara kapatılmış insanoğlu ruhuna uygun olmayan bir şekilde ve ilkel benliğine uzak yetişiyor ve bu da kuşkusuz ruhsal sıkıntıları, kimlik sorunlarını beraberinde getiriyor. Özellikle son dönemlerde daha “iyi hissetmek” için başvurulan yöntemlerin gitgide arttığını göz önüne alırsak, kimliğini ve gerçekte ne istediğini arayan karakterlerin sinemanın da ilgi alanına girmesine şaşırmamak gerekiyor.
20’lerinin sonunda bekâr bir kadın olarak verdiği mücadeleye bayıldığımız Frances Ha, Greta Gerwig- Noah Baumbach ortaklığının ilk ürünüydü. İkilinin ikinci filmi Mistress America’nın odağında yine kimlik arayışı var. 18 yaşındaki Tracey, tanıdığı herkesten uzaklaştığı ve üniversitede edebiyat okumak için büyük umutlarla yerleştiği New York’ta uyum problemi yaşıyor. Filmdeki falcının da deyimiyle ‘ruhu bedeninden uzak’, istediğini bulamayan Tracey’nin hayatı üvey ablası olacak Brooke ile tanışmasıyla ummadığı kadar değişiyor. 30 yaşındaki Brooke tam bir Sex and The City kadını olarak karşımıza çıkıyor. Özgür, rahat, komplekssiz, kültürlü ve cool. Birçok şeyi aynı anda yapacak kadar da becerikli. En azından öyle görünmek istiyor. Ona hayranlık besleyen Tracey’i de kanatları altına almakta gecikmiyor. Bu iki kadının ilişkisine odaklanan filmde Gerwig ve Baumbach, hayatın melankolisinin içindeki kahkahaları da duymamızı sağlıyor. Tıpkı Frances Ha’da yaptıkları gibi.
Filmde göründüğü anda ışığını hissettiren Greta Gerwig, Brooke rolünde olağanüstü. 18 yaşındaki kafası karışık Tracey’i canlandıran Lola Kirke’i de ondan aşağı kalır bir performans sergilemiyor.
İki kadının benzersiz arkadaşlığı ve Noambach-Gerwig ortaklığını keyifle izleten Mistress America, Frances Ha’yı yerlere göklere sığdıramayan hayranlarını üzmüyor. Bu bile Mistress America’yı izlemek için yeter bir sebep.