Başta Cesar Ödülleri olmak üzere Cannes dahil birçok festivalde gösterim şansı bulup ödüle doyamayan Les garçons et Guillaume, à table!, oyuncu Guillaume Gallienne’in yönettiği ilk film olma özelliğini taşıyor ve 33. İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışacak filmler arasında yer alıyor.
Filmin hikâyesine şöyle bir bakacak olursak; Guillaume, annesi tarafından ona dayatılan hayatı benimsemek zorunda bırakılıyor. Seçme şansı verilmeden, ”sen aşık olduğun zaman ben sana söylerim” lezzetsizliğinde baskılarla karşılaşıyor ve eşcinsel olması istenerek büyütülüyor. Aslında çok yakınlarımızda bile kısmen tanık olabileceğimiz durumlardan biri gibi geliyor kulağa. Anne ve baba yeni doğacak çocuklarının bir kız olacağına şartlanmışlardır, heyecanla doğum anını beklerler. Ailelerinin yeni üyesi için hazırladıkları odayı pembeye boyamışlardır bile! Ancak o gün gelir ve beklediklerinin aksine nur topu bir oğlan çocukları olmuştur. İşte Guillaume’in hikâyesi de bu noktada başlıyor. Önceden onun için planlanmış olan ”pembe”ye boyalı hayatı yaşadıkça silmeye, kendi istediği renge dönüştürmeye çalışırken annesi tarafından beklemediği noktalardan tekrar pembeye boyanıyor sanki.
Guillaume Gallienne’in kendi hayatından yola çıkarak oluşturduğu ve uzun bir süredir tiyatro sahnesinde sergilediği öyküsü bir kimlik arayışını ortaya koyuyor koymasına ama sinemasal açıdan hiç yeni bir şey söylemeyi başaramadan katmerlenen tekrarlarında fazlasıyla boğuluyor. Defalarca beyazperdede izlediğimiz bu mevzu, filmin her dakikasından yapaylığı göze çarpan atmosferi ve komedinin yakınına bile ulaşamayıp eğreti duran ”neşeli” haliyle, kışın yiyebileceğiniz domatesin tadından farksız konuma ulaşıp içinden çıkılmaz duruma geliyor. Tiyatro-sinema ekseninde gidip gelerek farklı şeyler denemeye çalışsa da, Guillaume Gallienne’in ”tek kişilik dev kadro” performansının altında yok oluyor. Cesar Ödülleri’nde ”En İyi Film” dahil 5 ödüle layık görülen bu yapım kanaatimce yarıştığı adaylar arasında bulunan La vie d’Adèle(2013), L’inconnu du lac(2013) ve Le passé(2013) ile kıyaslanacak düzeyde bir güçlü ve etkileyici yapıya kesinlikle sahip değil. Julio Iglesias ve Supertramp’ın eşsiz müzikalitedeki parçalarını duymak bir nebze filme tutunmanızı sağlasa da vasatlık sınırına bile yaklaşmadan geçip gidiyor diyebilirim.
Les garçons et Guillaume, à table!, bol ödüllerinin arasına Altın Lale’yi ekleyecek mi bilinmez ama bende büyük bir hayal kırıklığı yarattığı kesin.