Bu yılın üzerinde en çok konuşulan, en çok tartışılan ve hakkında en çok spekülasyon1 üretilen filmlerinin başında şüphesiz ki Abdellatif Kechiche’nin La Vie d’Adele (Blue is the Warmest Color, 2013) geliyor. Filmin bu sene Cannes’de Altın Palmiye ödülünü kazanması, uzun lezbiyen sevişme sahnelerini perdeye taşıması, filmden sonra başrol oyuncuları Lea Seydoux ve Adele Exarchopoulos’un Kechiche ile medya üzerinden girdikleri polemikler filmi tartışmaların odağı haline getirdi. Cannes’da büyük ödülü alan film lezbiyen bir aşk yerine heteroseksüel bir aşk hikayesi anlatsaydı bu kadar çok tartışılır mıydı bilinmez ama Kechiche’nin kendisine yöneltilen eleştirilere sıklıkla cevap verdiği üzere La Vie d’Adele lezbiyen bir aşk filmden önce bir aşk filmi. Hatta kimilerine göre son yılların en güçlü aşk filmi…
Kechiche’nin en büyük başarısının anlattığı lezbiyen aşk hikâyesinin, lezbiyenliğin pek çok klişesini ters düz etmesi ve iki hemcins arasında yaşanan bu aşkı heteroseksüel bir ilişki temsili dolayımında normalleştirmesi olduğu söylenebilir. Kechiche, benzer temalı filmlerde sıklıkla gördüğümüz çevre baskısı, ahlaki tabular, toplumsal kabul gibi hemcins ilişkinin sosyolojik kodlarını hiçe saymadan ancak esas olarak aşkı ve tensel tutkuyu merkeze koyarak anlatıyor öyküsünü. Esas ilgilendiği bu aşkın toplum tarafından onaylanıp onaylanmayacağı, baskı görüp görmeyeceği gibi meseleler değil, iki karşı cins arasında da aynı doğallıkla yaşanması gayet mümkün olan bu ilişkinin geçirdiği evreler ve sonuçları. Çünkü tekrar vurgulamak gerekirse La Vie d’Adele nihayetinde çok güçlü bir aşk filmi…
Orijinal ismi “La Vie d’Adele: Chapitres 1&2” olsa da filmi kabaca üç ayrı bölüme ayırmak ve incelemek mümkün. Adele’in kendini tanıdığı, aşkı bulduğu ve cinsel kimliğine karar verdiği birinci bölüm, Emma ile yoğun tensellikle başlayan ve giderek tutkulu bir aşka evrilen ikinci bölüm ve Emma’nın kendisini terk etmesinden sonra acı ve çaresizlik içinde kıvrandığı final bölümü…
Filmin ilk ilk bölümünde Adele, Emma ile birlikte olmadan önce arkadaşlarının kendisine yakıştırdığı Thomas ile birlikte oluyor ancak istediği hazzı alamıyor. Zira tensel arzularının şaha kalktığı ergenlik döneminde ilişkiden en temel beklentisi tensel ihtiyaçlarını en doyumsuz şekilde gidermek ve hazzı en yoğun haliyle yaşamak. Ve Thomas doğru kişi değil, çünkü ne olduğunu tam olarak bilemese de bir şeyler eksik. Sonrasında Emma ile karşılaşması, okul arkadaşlarıyla girdiği tartışmalar, arkadaşları tarafından lezbiyen yaftası yemesi ve dışlanması Adele’in kendini keşfetme, cinsel kimliğine karar verme sürecinde belirleyici bir rol oynuyor. Elbette bir kız arkadaşıyla yaşadığı anlık tecrübeyi de es geçmemek lazım.
Emma ile Adele’in aşklarının temel nüvesi cinsellik ve şehevi arzu, ilişkilerinin başlangıcını da devamını da sağlayan birbirlerinin teninden doyumsuzca aldıkları haz… Paylaştıkları ortak bir beğeni, hayat zevki, bir kültür birlikteliği mevzu bahis değil. Nitekim ailelerin tanıtıldığı peşi sıra yenen yemekler ikilinin sınıfsal ve sosyal tezatlığını daha da belirginleştiriyor. Sadece makarna ve deniz mamulleri ikiliğinin somutladığı bir tezatlık değil söz konusu alan. Yetiştikleri aile kültürü, entelektüel donanımları, hayattan beklentileri aşklarının ilk demlerinde problem teşkil etmiyor. Adele henüz ekonomik bağımsızlığını bile elde etmemiş genç bir öğrenci, Emma da sanat kariyerinde hedeflerini yüksek tutan ancak henüz somut bir başarısı olmayan idealist bir sanatçı adayıyken sevişmenin savaşmaktan daha çok getirisi olduğunun farkındalar. Emma Adele’in körpe bedeninde cinsel arzularını tatmin ederken, Adele de Emma’nın bedeninde kendini keşfediyor. Ancak sevişme rutine binip, cinsellik doyuma ulaştıktan sonra entelektüel hırslar, sınıfsal farklılıklar devreye giriyor ve ilişki Emma tarafından sonlandırılıyor. Adele’in ihaneti ayrılığın görünen sebebi olsa da, asıl neden Adele’in Emma’nın gelecek fikrinde yerinin olmaması… Emma sanat alanında kendini kanıtladıkça, kariyerinde yükseldikçe, bohem çevresinden takdir gördükçe, maddi hırsları şehevi hazza baskın geldikçe tenin hükmü giderek sona eriyor. Pratik aklın faydacılığı ilkelliğin arzu dolu sefaletine, tenin cehaletine karşı galip geliyor. Öyle ya Egon Schiele’nin ismini ömründe duymamış, kabuklu deniz ürünleri bir yana mutfak kültürü makarnayla sınırlı, kariyer hedefinde düzenli maaş aldığı anaokulu öğretmenliğinden ötesini göremeyen Adele’i Emma nereye kadar taşıyabilir? Kechiche’nin özellikle vurgulamak istediği gibi cinsel ayrımcılık değil sınıfsal engeller ket vuruyor aşka.
Sınıfsal farklılıkların doğurduğu iktidar ilişkileri ve bireylerin toplumsal statülerinin hayatlarındaki belirleyici rolünün Kechiche’nin önceki filmlerinde de yoğun olarak beyazperdeye taşıdığı bir mesele olduğunu söyleyebiliriz. Venus Noire’deki (2010) efendi-köle ilişkisi, La Graine et Le Mulet’de (2007) zorla emekli edilen göçmen tersane işçisi Slimane ve ailesinin burjuva kesimi ve bürokrasiyle verdiği zorlu sınav, Kechiche’nin filmlerine sınıfsal bir okumayı şart kılıyor. Tam bu noktada Kechiche’nin ikinci uzun metrajı L’Esquive’de (2003) öğrencilerini tiyatro piyesine (yine Marivaux) hazırlayan öğretmenin toplumsal konumumuzun belirleyiciliği hakkında söylediklerini hatırlayabiliriz. Özetle hepimizin toplumsal konumumuzun tutsağı olduğumuzu, istesek de köklerimizden kaçamayacağımızı, en saf duygularımızın bile sınıfsal kökenimize bağlı olduğunu anlatıyordu öğretmen, Marivaux’dan örnekler sunarak. Yine La Graine et le Mulet’yi anarsak, filmin açılış sekansında tersane işçilerin geçimlerini sağlamak için dirsek çürüttüğü limanın zengin turistler için rehberleri eşliğinde tekne gezisine çıktıkları bir gezi alanına dönüştüğünü görüyorduk. Dolayısıyla Adele’in domates sosunu ağzına yüzüne taşırarak iştahla makarna yemesini yadırgamamak lazım. La Vie d’Adele’de balıklı kuskus’un yerini soslu makarna alıyor. Kechiche, kuskusla makarnanın sıcak ve fukara tevazuluğunun karşısına şarap ve istiridyenin soylu, sofistike seçkinciliğini koyuyor ve bir kez daha göstergeler üstünden sınıfsal ayrımcılığın altını çiziyor.
Kechiche’nin kamerası yine önceki filmlerinde olduğu gibi karakterlerini yakın plandan kadraja taşıyor. Film boyunca sürekli hareket halindeki omuz kamerası izleyiciyi ister istemez Adele’i takip eden bir röntgenci konumuna düşürüyor bir nebze. Adele yatakta uzanırken, sigara içerken, gülerken, ders dinlerken, yemek yerken, salya sümük ağlarken, sevişirken, bankta otururken gözlerimiz Adele’den başkasını görmüyor. Bir anlamda arzu nesnesi haline geliyor Adele. Gözlerimizi alamadığımız, bakışımızı, soluğumuzu, hislerimizi içine çeken bir cinsellik vakumu… Adele ten istiyor, sevmek, dokunmak ve okşanmak… Emma Lise’ye meyledince, Adele’in de kendini dizginleyemeyip bir başka erkekle birlikte olmak istemesi bundan. Lezbiyen olması ya da olmaması çok da önemli değil. Keşif duygusuyla karanlıkta yolunu ararken yaptığı tercih çok da bilinçli bir tercih değil esasen. İntikam almak için de aldatmıyor Emma’yı. Hazzın doruklarında yalın ayak koşarken birden yedeğe alınmayı kaldıramıyor. Hemhal olduğu bedenden kopmayı içine sindiremiyor. Zira karnı hâlâ aç, iştahı hâlâ açık, cinsellik duyargaları sinyal veriyor. Emma’nın Lise’yi seçmesinin sebepleri ne denli kültürelse, Adele’in Emma’dan kopamamasının sebepleri de bir o kadar duygusal. Emma ne kadar varoluşçuysa, Adele de o kadar kaderci. Suçu kaderine sahip çıkmaya çalışması… Kaderine sahip çıkmaya çalıştığı için daha fazla acı çekiyor.
La Vie d’Adele eksiklik duygusuyla başlayıp yine eksiklik duygusuyla sona eriyor. Emma’nın mavi saçlarıyla başlıyor aşk… Sokaklarda, parklarda, mavi çarşaflı yataklarda büyüyor. Emma’nın saçları sarıya dönse de, bu kez Adele’in saçları denizde mavileşiyor. Ve finalde ara sokaklarda tek başına yürüyen mavi elbiseli Adele’i izliyoruz. Galeride Samir’den başka kimsenin yüzüne bakmadığı, Emma’dan muhtemelen daha fazla ilgi ve şefkat görmeyi bekleyen Adele… Kalbimiz burkularak hissediyoruz ki Adele için en sıcak renk hâlâ mavi.
1 http://zete.com/2013/11/la-vie-dadele-yonetmenle-oyunculari-karsi-karsiya-getiren-film/
Film adına okuduğum en güzel yorumlardan ağzınıza sağlık.
teşekkür ederim.
Filme yapılan onca cahil yorumdan sonra, ilaç gibi geldi yorumunuz.Kelimelere dökemediğim hislerimin tercümanıydı resmen.Teşekkürler. 🙂
Yorumuzunuza katılıyorum.. Düşüncelerimi yazmışsınız, ama film de dikkat etmediyim konuları nasıl da vurgulamışsınız,muhteşem bir yazı.
Size ne kadar teşekkür etsem azdır dışarı vuramadıklarımı sizin anlatışınız ,yorumlayışınız ,görüşlerinizle biraZdaha güçlendim .teşekkür ederim..
filmde anlayamadığım şeyleri anlamak adına eleştirilere göz atarken “hakkaten ya” dedirten, içi dolu bir şeyler okuduğumu hissettiren tek eleştiriydi. elinize sağlık
Film tutkunu birisi olarak şunları söylemem gerekli ilk başlarda fazla ilgimi çekmesede filmin ilerleyen dakikalarında oyunculuk duygularını çok iyi kullandıklarını gözlemledim filmde aşkı ve erotizmi yansıtan ve filmin beğeniyle izlenilmesindeki en büyük etkenin bunlar olduğunu düşünüyorum.
İnternet üzerinden bir çok erotizm ve aşkı bir anda izleyiciye sunan bir çok film izledim. Fakat bu film kadar duyguyu iyi veren bir film izlemedim doğrusu. Filmin en büyük özelliği ise oyuncuların erotizm sahnelerinde oyunculuklarını çok iyi yansıtması oluyor fikrimce. İyi seyirler diliyorum.
Son sahnede Adele’in elbise altına giydiği kalin külotlu çorap gibi kafasına çorap geçirip yazılan onca ne alaka yazsından sonra bunu okumak ohhh miss doyurucuydu
emeğinize sağlık