The Help (2011) Tate Taylor’ın merkezine ırkçılık sorunu etrafında hayatları kesişen üç kadını koyduğu ve yönetmen koltuğunda oturduğu ikinci uzun metrajı. Film, Kathryn Stockett’in aynı adlı romanından uyarlama. Uyarlama filmlerin belki de ortak bir sıkıntısı olarak sayılabilecek tüm romanı filme sığdırmaya çalışma sorunu filmde zaman zaman kendini belli ediyor. Buna rağmen güçlü oyunculuklar ve parmak bastığı sorunu ele alış biçimiyle The Help ırkçılık karşıtı filmler arasında kendine sağlam bir yer buluyor.
1960’lı yılların Amerika’sında geçen film hangi cümlelerle ifade edilirse edilsin insanın içini acıtacak insan hakları ihlalleri ve ırkçılığı konu ediniyor. Küçücük bir kasabada her konuda ikiye ayrılarak yaşayan siyahlar ve beyazların hikâyesinde öteki ilan edilen siyahlar; diğerleriyle aynı tuvaletlere giremiyor, ellerinin değdiği kitaplar beyazların kütüphanelerine gönderilemiyor, tabak ve çatalları evde her daim ayrı tutuluyor ve daha birçok aşağılayıcı muamele ile karşılaşılıyor. Bu muameleye rağmen beyazların çocuklarını büyütme işini siyahlar üstleniyor. Ancak o bebekler de büyüdüklerinde tıpkı aileleri gibi ırkçı olabiliyor.
Taylor, böyle bir dünyanın karanlık atmosferine rağmen oldukça renkli sahnelere imza atabilmesiyle izleyiciyi şaşırtıyor. Zaten filmin ekseninde ırkçılık kadar önemli rol oynayan etken, kadınlar. Filmde erkekleri yalnızca figüran olarak görüyoruz denebilir. Kadınların çoğunluğu da; bireysel dertlerle yanıp tutuşan, evlerinde çalışan siyahi yardımcılarını sürekli aşağılayan, her gün briç partileri veren tipler olarak yer alıyor. Bu tiplerin biraz abartıldığını söylemek mümkün. Bu kadınların arkadaşı olarak içlerinde yer alsa da onlara hiç benzemeyen, idealist bir gazeteci olma hedefiyle yaşayan Skeeter Phelan (Emma Stone) ise onlardan farklı olarak üretiyor, “koca avı” olarak gördüğü muhabbetlerden uzak duruyor, tüm baskılara rağmen evlilik ve çocuk düşünmüyor, önceliğini kariyerine ve hayallerine vermeyi seçiyor. Bunu yaparken bir yandan vicdan sahibi bir birey olarak kendi lüks yaşamlarının içinde, evlerinde çalışan siyahi kadınlara yönelik aşağılayıcı tutumlardan ve davranış biçimlerinden çok rahatsız oluyor. Yerel bir gazetede bir gün yükselebilmek umuduyla bir köşe buluyor, bu köşede temizlik üzerine yazarken bir gün yakın arkadaşının evinde çalışan Aibileen’den (Viola Davis) ve ardından onun en yakın arkadaşı diğer siyahi çalışan Minny’den (Octavia Spencer) destek istiyor. Bu istek üzerine gelişen ilişkiler ve Skeeter’ı büyüten siyahi kadının evden atılmasına yönelik duyduğu üzüntüyle birlikte Skeeter bir kitap yazmaya karar veriyor. Kitapta yalnızca, köle yerine konan bu kadınların hikâyelerini anlatmak istiyor.
Başlangıçta başına gelebileceklerden korkan kadınlar konuşmak istemeseler de, zamanla aralarında oluşan güven ve her geçen gün çalıştıkları evlerde kendilerine uygulanan psikolojik şiddetin artmasıyla konuşmaya, hikâyelerini anonim olarak anlatmaya başlıyorlar. Onlarca siyah kadının uğradığı insanlık suçu sayılacak durumlar kitapta bir araya geliyor. Skeeter’ın çevresiyle ve arkadaşlarıyla arası bozuluyor, beyaz topluluğunda kendisine hain gözüyle bakılıyor, suçlanıyor. İşveren kadınlar kendilerinin hikâyelerini okudukça çıldırıyor, kimi evinde çalışan kadınları işten atıyor kimi öfkesine yenilip anonim bir kitaba karşı kazanamayacağı davalar açıyor. Ancak sürecin sonunda kazanan aynı deneyimden gelmeseler de birbirlerini dinleyen ve ırkçılığa karşı tüm güçleriyle bir arada duran üç kadının dayanışması oluyor. Bu dayanışma film boyunca izlediğimiz kadınların kendi içlerinde de hiyerarşi kurduğu, elinde gücü tutanın ve imtiyazlı olanın diğerini ezebildiği, bundan dolayı ortak bir direniş oluşturamadıkları gerçeğine karşın içimize su serpiyor. Yazar, feminist ve sosyal aktivist Bell Hooks’un “Feminizm Herkes İçindir” adlı kitabında “Beyaz kadınlarla renkli kadınlar, kendi aralarında beyaz üstünlüğünden kurtulamadıkları ve feminist hareket temelden ırkçılık karşıtı olmadığı sürece, arada gerçek bir “kız kardeşlik” kurulamayacağını biliyorduk.” (Hooks, 2016, s.75) cümlesiyle belirttiği üzere hak mücadelesinin topyekün tartışılması ve ele alınması gerekiyor. Filmde bunu başarabilen, ötekileştirmeyen, gücünü ve imtiyazlarını bir diğeri üzerinde kullanmayan, bir arada mücadele eden bu üç kadının hikâyesi gerçekten gösterilmesi gereken bir temsil örneği olarak yer ediniyor hafızalarda. Skeeter, Aibileen ve Minny’nin dostluğu; ırktan, güçten, sınıf çatışmasından uzak gerçek bir dostluk olarak kuruluyor ve bu dostluk, yazdıkları kitapla kadınlar arasında ırkçılığın sorgulanmasına sebep oluyor. Filmi siyah kadınların daha güçlü ve özgür hissetmeleri, istedikleri işe yönelebileceklerini fark etmeleri gibi somut çıktılarla bitirmek de filmin sonu için seçilebilecek en güzel kapanış oluyor.
Bütüne etki eden renkli sahneler, bir dönem filmi için oldukça başarılı oluşturulmuş dekor ve seçilen kostümler filmin ön plana çıkan unsurları olarak yer alıyor. Ancak özellikle Viola Davis ile Octavia Spencer’ın şahane performansları filmi birkaç basamak yukarıya taşıyor demek mümkün. The Help, abartılan tiplerine rağmen güçlü oyunculukları ve rejisiyle oldukça başarılı bir uyarlama olmayı başarıyor.