Kimsenin tanımadığı bir misafir -Anna- tanımadığı bir evdeki partiye katılır. Gecenin sonunda ev sahibi Karsten ile yalnız kalan Anna, düşüp ölür. Kasabanın köklü bir ailesine mensup olan Karsten, önce yakındaki klinikten ilkyardım için yardım istemeye niyetlenir fakat gidince kliniğin kapalı olduğunu anlar. En sonunda ambulansı aradığında polisler de gelir. Bu garip olay, kasabada duyuldukça Karsten’in üzerindeki manevi baskı günbegün artmaya başlar.
Ülkemizde Köprüdekiler (2009) ve Hayatboyu (2013) filmleriyle tanınan Aslı Özge’nin, tamamıyla Almanca çektiği ilk filmi olan Auf Einmal‘da (Ansızın – 2016) insanoğlunun kötücül tarafları, gıybet ve sözlü linç olgusu üzerinden anlatılmaya çalışılıyor. Filmden sonra yapılan soru-cevap bölümünde filmi neden Almanya’da çektiği sorulduğunda çok ilginç bir cevap verdi Özge. Münevver Karabulut cinayetine isim vermeden atıfta bulunarak olayın ardından yazılan ve söylenenlerden bir kadın olarak çok rahatsız olduğunu aktardıktan sonra, bu süreçte hissettiklerini tarafsız bir ortamda anlatmak istediğini, çünkü Türkiye’de konunun çok farklı yerlere çekilebileceğini söyledi. Ardından gelen bir sorunun cevabı olarak ise, filminde olayın ahlâki tarafını irdelemediğini, sadece insanların olaya yaklaşım açılarını göstermek istediğini belirtti.
Filmi izlerken aklıma birkaç yıl öncesinin popüler Danimarka yapımı The Hunt (2012) geldi. Orada da toplumun saygın bir üyesi, işlemediği bir suç yüzünden arkadaşları dâhil toplum tarafından ağır bir tahakküm altında bırakılıyordu ve izleyici olarak ‘mahalle baskısı’ kavramının küresel bir gerçek olduğunu kavrıyorduk. Auf Einmal‘da durum biraz daha hafif. Karsten’in Anna’yı öldürmediği belli olsa da (aslında Özge, şüpheyi tamamen ortadan kaldırmayarak gerilimi besliyor) neden ambulansı geç aradığı ve Anna’nın neden orada olduğu soruları üzerinde duruluyor. Filmin ana ilgisi zaten Karsten’in ailesi, arkadaşları, sevgilisi ve iş çevresinin olaya verdikleri tepkiler. Onu tam olarak suçlayamıyorlar (çünkü Karsten çok net ve açık), ancak dışlamakta da hiçbir sakınca görmüyorlar. Böylece Karsten giderek yalnızlaşıyor ve ister istemez kendisini sorgulamaya başlıyor. Özge olayın çözümünü gösterdikten sonra daha da ileri giderek Karsten’in bu süreçteki dönüşümü ile bunun getirilerini de perdeye yansıtarak filmi kapatıyor.
Bu açıdan, oldukça bütünlüklü bir film var karşımızda. Özge ne istediğini çok iyi bildiğinden farklı yönlere sapmadan (ki sapılması filmi dağıtırdı) hikâyesini kurmuş. Filmin atmosferi de, temposu da ve tamamlayıcı diğer teknik unsurlar da bu amaca hizmet edecek şekilde akıllıca kurgulanmış. Filme getirilebilecek en önemli ve bence tek negatif eleştiri, öyküyü kuran ana olayın (Anna’nın ölümü) filmi taşımak için zayıf kalması olabilir. Lakin Özge’nin öyküden ziyade onun sonuçlarıyla ilgilenmesi bu eleştiriye cevap vermeye yetiyor.
Auf Einmal, insanlık hâllerini inceleyen derinlikli yapısıyla keyifle izlenen bir film. Aynı zamanda seyirciyi düşündürmesi ve sorduğu soruları izleyiciye de yöneltmesi seyri daha cazip kılıyor. Salondan çıkarken şu soru aklı kurcalıyor: Peki ya siz ne yapardınız aynı durumda, kendinize ve sıfatlarınıza zarar gelmesin diye Karsten’i yalnız mı bırakırdınız?