Porto doğumlu video sanatçısı ve film yapımcısı David Bonneville’in ilk uzun metrajlı filmidir O Último Banho. Avrupa prömiyerini Göteborg Film Festivali’nin Ingmar Bergman Yarışması’nda, dünya prömiyerini ise Tokyo Film Festivali’nde yapan film, 40. İstanbul Film Festivali’nin Dünya Festivalleri bölümünde görücüye çıktı. O Último Banho, hem Bonneville gibi kısalarıyla birçok ödüle layık görülen bir yönetmenin ilk uzun metrajlısı olması bakımından hem de seyirciye farklı açılardan dikkate değer birçok şey vaat eden bir yapım olması açısından dikkate değer.
Bonneville, Hristiyanlıkla ilgili birçok inanışı filmine adeta nakış gibi işlerken arka fona ise Porto’nun enfes doğasını yerleştirmeyi tercih eder. Bonneville, Porto’nun bir köyünde göz alabildiğine uzanan üzüm bağları ve nice meyve ağaçlarıyla dolu bir köyde kurar neredeyse tüm hikâyeyi. Fakat karakterlerin zaten olabildiğince küçük ve az nüfusa sahip olan bu köy ortamına bile çoğunlukla sokulmaktan imtina edildiğini görürüz. Zira en kaba tabirle bir teyze ile yeğen ilişkisi olarak tanımlayabileceğimiz bu hikâyenin genellikle gözlerden uzak yaşanmasının tercih edildiği anlaşılır. Bu nedenle hikâyenin büyük çoğunluğu köyden de oldukça uzakta bir evde gerçekleşir. Bu tercihi anlamak hiç güç değil aslında. Zira o ev içinde yaşanacaklara bir üçüncü ya da dördüncü kişinin müdahil olmasına pek de gerek yoktur.
Rahibeliğe kabul edilmesi için son adım olan yemin etme törenine günler kalmış olan Josefina (Anabela Moreira), hayatının geri kalanında köklü değişikliklere sebep olacak bir telefon alır. Torunu ile birlikte yaşayan babasının ölüm haberi onda bir üzüntüden daha çok şaşkınlık yaratır. Cenazeye geldiğinde ise kız kardeşinin ergenlik döneminde olan oğlu ile kalakalır. Zira kız kardeşi ortalıklarda yoktur. Alexandre(Martim Canavarro) ya teyzesi ile birlikte yaşayacak ya da yetimhaneye verilecektir. Tanrı’ya olan ile yeğenine olan yükümlülükleri arasında bir seçim yapması gereken Josefina, hem kendisi hem de yeğeni için oldukça zorlu bir yola çıkmayı tercih eder. Geçmişine bir perde çekip yeni bir hayata başlayarak kendini iyileştirmeye çalışan Josefina, arkasında bıraktığını sandığı tüm geçmişiyle bir nevi tekrar yüzleşmek ve hesaplaşmak zorunda kalır. Fakat biz Josefina’nın bu geçmişle yüzleşme hezeyanlarından daha çok yeğeni ile ilişkisinde başa çıkmaya çalıştığı arzularıyla savaşını izleriz. Aslında bir süre sonra geçmişte yaşanılanları sezdikçe Josefina’nın kaçmak istediği geçmişi ile şu an boğuştuğu arzularının aynı yola çıktığını da anlarız. Zaten asıl trajedi de bu noktadan sonra başlar.
Bu trajedinin detaylarına girmeden önce Alexandre’den biraz bahsetmek gerek. Canavarro, oyunculuk deneyimi neredeyse hiç olmayan ama oldukça ünlü bir modeldir. Oldukça etkileyici bir fiziğe sahip Alexandre, ne zaman perdede boy gösterse adeta nefes kesmektedir. Açıkça söylemek gerek ki filmin niyetini çözemeden önce neden böylesine kusursuz bir fiziğin tercih edildiğini anlamadım. Fakat Hristiyanlık inanışını filmine adeta ilmek ilmek dokuyan Bonnevville’nin bu tercihinin ne kadar yerinde olduğunu anlamak hiç de güç olmaz. Zira Alexandre, İsa Mesih’in adeta vücut bulmuş halidir. Josefina ise Mecdelli Maryem ya da nam-ı diğer Mary Magdelena’dır. Bilindiği üzere İsa söz konusu olduğunda anne olan Kutsal Meryem’den daha çok ona tüm hayatı boyunca yoldaşlık yapmış, bir rivayete göre onunla evlenmiş, çocuğunu doğurmuş, öldürülüşüne de gömülmesine de dirilişine de bizzat şahitlik yapmış olan Mecdelli Meryem ismi zikredilir. Bir anlamda karmaşık da bir kişiliktir Mecdelli Meryem. Bir yandan geçmişinde fahişelik yaptığı için siyah bir tarafı bir yandan da İsa’nın en büyük inananı, eşlikçisi olduğu için de beyaz bir yanı vardır. Hem İsa’ya annesinden bile daha yakın hem de unutmak istediği bir geçmişi ve bastırmak istediği duyguları olan bir kadındır o. Asıl anne ise hep biraz daha geride kalmıştır. Ayrıca İsa’nın babasının kim olduğu büyük bir soru işaretidir. Filmde Alexandre’in annesi olan Ângela (Margarida Moreira) da tam olarak Kutsal Meryem’i temsil eder. Tabii tüm bu okumalar neticesinde dedenin de Tanrı’yı yani babayı temsil ettiğini de söylemek gerek. Böylece teyze ile yeğen arasında var olan cinsel çekim kuvvetinin geçmişte de diğer aile bireyleri arasında yaşandığı da anlaşılmaktadır. Bir anlamda tüm aileyi ensest ilişkiden muzdarip olarak görebiliriz. Aile adeta kaçmaya çalıştıkça bu illete daha da çok teslim olmaktadır.
Tabii böylesine çok dini meteforlarla filmi tanımladığım için adeta Hristiyanlık öğretileriyle dolu, yer yer kasvetli bir film ile karşılanacağı düşünülmesin. Zira filmi tüm bu bahsettiklerimden azade bir şekilde izlemek de mümkün. Hatta böylesi daha keyifli de olabilir. Zira sadece yeğeniyle yaşamak zorunda kalan ve onu çok seven ama aynı zamanda arzularıyla da savaşmak zorunda olan bir kadının eşlikçisi olarak da izlenebilir film. Annesi tarafından terk edilmiş, babasını hiç tanımamış, hayatında en iyi tanıdığı dedesini ise kaybetmiş bir gencin büyüme sancılarına aynı zamanda da bir kadının yol ayrımına geldiği hayatı ile başa çıkmasına ortak olduğumuz bir film olarak da benimsenebilir O Último Banho. Üstelik tüm bu dini okumalardan azade hali bile oldukça doyurucudur filmin. Görüntü yönetiminin kusursuz olduğu, yer yer geniş açı yer yer de adeta seyirciyi dikizci konumuna (Alexandre filmde adeta bir arzu nesnesidir.) düşüren yakın çekimleri ile teknik anlamda da oldukça başarılı olması da bunda etkili tabii. Fakat eğer Alexandre’nin ayağını ve ellerini yaralamasından, teyzesinin onun ayağını iyileştirmesinden, saçlarından bitleri ayıklamasından, Alexandre’in sünnet olmak zorunda kalmasından tutun da nice dini referansa yapılan göndermelere hâkim olmak isterseniz eğer kısa bir Hristiyanlık araştırması yaparak filmi izlemenizi tavsiye ederim. Tercih sizin.
Son tahlilde film ile ilgili bahsedilmesi gereken en önemli şey ise filme ismini de veren “banyo”dur. Fiziksel anlamda tüm kirlerimizden arındığımız yer. Hatta her ne kadar sadece derimizin üstündeki ya da saçlarımızdaki kirleri arındırsak da çoğu kişinin manevi bir huzur da bulduğu da bir yerdir orası. Her türlü süsten, kıyafetten, makyajdan, maskeden azade hallerimizle var olduğumuz bir alandır aynı zamanda. Bir yandan ruhani bir yandan da şehvete davetiye çıkaran da bir yanı da vardır. Tıpkı Josefina’nın içinde bulunduğu durum gibi. Peki, Josefina ile Alexandre birbirlerini bu banyo sayesinde arındırıp dönüştürebilecek midir? Kim bilir?