Ölümsüz matematikçi ve düşünür Blaise Pascal, Pensées (1670), Türkçe ismiyle Düşünceler adlı ünlü eserinde inancın aslında bir şans oyunundan ibaret olduğunu savunur. Onun kumar alegorisine göre tanrıya inanmak, yaşam sonrası hakkında kişinin kendini sağlama alabileceği en mantıklı çözüm yoludur. Koyu bir Katolik olan Pascal, özünde inanışı mantıksal yollarla açıklamaya çalışmakta ve inançsızlığın mantıksızlığını savunmaktadır. Din felsefesi, tarihin başından beri çıkmaz sokaklarla dolu bir mahalle olduğundan sanat, din üzerinden yürütülen tartışmalardan azami biçimde etkilenmiştir. Yedinci sanatımızın üstatlarının da bu konu üzerine düşünmeleri kuşkusuz kaçınılmaz olmuştur.
Günümüz sinemasında Ingmar Bergman’ın Det sjunde inseglet’inden (1957) Mike Leigh’in Naked’ına (1993) kadar pek çok örnek dini ve dinsizliği tartışır. Beyazperde tarihinde kendine yer edinmiş pek çok eserde daha kameranın bu tartışmayı çeşitlendirmek adına kullanıldığını görürüz. Ancak bunların pek azı Eric Rohmer’in şaheseri Ma Nuit Chez Maud (1969) seviyesindedir. Eric Rohmer’in Ahlak Masalları serisinin üçüncü hikâyesi olma özelliği taşıyan filmin başrollerindeki Jean-Louis Trintignant ve Françoise Fabian’a, Marie-Christine Barrault ve Antoine Vitez eşlik etmektedir.
Uzun bir yurtdışı serüveninden sonra Fransa’ya dönen mühendis Jean-Louis, eski dostu Vidal ile karşılaşır. Sohbetleri uzayınca Vidal, Jean-Louis’yi arkadaşı Maud’un evindeki buluşmalarına davet eder. Gece boyunca din, aşk ve ahlak gibi konular üzerine konuşan üçlünün sohbetleri derinleşir. Vidal’in evi terk etmesinden sonra ise hayatın Jean-Louis ve Maud’u ne kadar farklı yönlendirdiği ve seneler sonraki karşılaşmaları görülür.
Yapıtla bakıştığımız ilk anda gözümüze koskocaman bir taşra portresi çarpar. Bu açıdan bakıldığında aslında filmin ne kadar meydan okuyucu olduğunu görebiliriz. Yeni Dalga’nın başlangıcı sayılan Cahier du Cinéma dergisinin editörlüğünü 1958’den 1963’e kadar yürütmüş olan Rohmer, hikâyesini ilk defa kartpostal kentlerin dışına taşır. Yeni Dalga’nın yaratıcı beyinlerinden birisi adına oldukça cesaret gerektiren bu karar, akımın kültleşmiş algılarını adeta kırar.
Aslında Truffaut, Godard, Varda gibi Yeni Dalga Akımı’nın önemli eserlerine imza atmış sanatçıların ürettikleri ile Rohmer’in filmografisi arasında gece-gündüz kadar fark bulunmaktadır. Plastikleştirilmiş dünyalara yelken açtığımız filmlerden Rohmer’in Ma Nuit Chez Maud’unu ayıran en çarpıcı özellik tek mekân iskeletli bir yapıt olmasıdır. Yaklaşık 45-50 dakika kadar Maud’un evindeki geceyi yaşamamız gerçekten olağanüstüdür. Sekanslar o kadar başarılı kurgulanmıştır ki tek plandan oluşan bir film olduğunu düşünmekten kendimizi alamayız. Filmi, Yeni Dalga Sineması’ndan farklı konumlandırmamızın bir diğer sebebi ise anlatım üslubundaki hümanizm ve doğallıktır. Oyuncuların ve rejisörün bu tavrı, izleyicilere Jean-Louis’nin yanındaki koltukta oturuyormuş hissini verir.
Filmin görüntü yönetmenliğini, Ahlak Masalları serisinin diğer tüm uzun metrajlarında olduğu gibi Néstor Almendros üstlenir. Sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış pek çok filmde imzası bulunan Almendros’un bu filmdeki performansı gerçekten olağandışıdır. Özellikle Maud’un dairesinde geçen bölüm kusursuzdur. O küçücük eve sayısız varyasyonda plan sığdırması üstün bir zekanın işidir. Şehrin portresini çizdiği fotoğraflar ve dahasıyla unutulmaz bir işe imzasını atmıştır. Lumiere Kardeşlerin, La Sortie de l’Usine’inden Clermont Ferrand şehrinin manzarasının aktarıldığı yağlı boya tablolara kadar pek çok esere yakınsayan planları ustaca aktarması, biz izleyenleri oldukça etkileyici bir eserlerarası sentez serüvenine sokar.
Tüm bunların dışında filmi başyapıt düzeyine çıkaran element, diyaloglarından başkası değildir. Zıt kutupların kılıç kuşanıp din, ahlak ve aşk üzerine tartıştıkları hikâyede diyalektik unsurlar ön plandadır. Katolikliğe -Maud’a göre Jansenciliğe- hayatını adamış, hislerinden ayrılıp prensipleriyle yaşamayı seçmiş Jean-Louis ve Françoise bir tarafta; ateizmin sularında yüzüp duygularına göre hareket eden Maud ve Vidal öteki taraftadır. Bu insanların tek ortak noktası, Clermont Ferrand’ın karlı gecelerinden birinde yollarının kesişmesidir. Filmdeki diyalektik atmosferi açıklamak için Rohmer’in, Yeni Dalga unsurları hakkında yapmış olduğu şu açıklama yeterli olacaktır: Hepimiz Hegelciydik.
Filmdeki zıtlıklar sadece düşünüş düzeyinde değildir; çok daha fazlası vardır. Ahlak Masalları serisinin tümünde olduğu gibi bunda da kadın erkek arası uzlaş(ama)ma teması işlenmiştir. Kadın daha duygusal tarafta dururken erkek, ilkelerine ve karşı tarafın sağladığı faydaya göre konumlandırır kendini. Karakter gelişimini gözlemlemek bu sayede çok kolay olur. Etik dogmalarını filmin çoğunda savunan Jean-Louis’nin, Maud’la yalnız kaldıktan sonra yaşadığı değişime tanık olmak keyif vericidir. Çünkü bu bireysel devinimi izlemek insanı kendi düşünüş ve inanışlarını sorgulamaya iter.
Diyaloglardan bahsetmişken Blaise Pascal’ın filmdeki varlığına değinmemek olmaz. Başından sonuna kadar Pascal’ın Pensées (1670), Türkçe ismiyle Düşünceler adlı kitabındaki teolojik ifadelere atıflarda bulunulur, kendisinin olasılık hesaplama sistemleri üzerinden pek çok sohbet gerçekleştirilir. Yapıt, aslında koskocaman bir Pascal analizi gibidir. Rohmer her ne kadar analizini hareketli resimleri kullanarak yapmış olsa da filmin senaryosunun basılı hali “Düşünceler Üzerine” isimli bir tez olarak değerlendirilebilir. Çünkü Ma Nuit Chez Maud, gençliğinde matematik ve felsefe üzerine eğitim almış rejisör için oldukça anlamlandırılabilir bir Pascal sorgulamasıdır.
Cahier du Cinéma’nın önemli beyinlerinden Éric Rohmer’in ilişki etiği ve dinsel inanışlara Katolik çerçevede baktığı bu deneme, favori filmler listemin üst sıralarındadır. Parizyen bir beyaz yakalının aşk ve aforizmalarla bezeli taşra güncesi, Yeni Dalga Sineması’na daha insancıl ve daha gerçekçi açılardan bakmak isteyenler için doğru adres.
Bora Taşcı