Hazır ol, dikkat et, rahatla ve biraz gevşe. Koltuğuna otur, ekranın karşısına geç ve bir Jarmusch aç.
Özellikle son dönemde çeşitli çevrimiçi platformların kataloglarına Jim Jarmusch filmografisinin büyük çoğunluğunu eklemesiyle yönetmenin yapıtlarını görebilmek için DVD’lere ve illegal platformlara ihtiyaç kalmadı. Bu ayki liste yazımı, izleyici açısından heyecan verici olan bu gelişmeyi kutlamaya adadım.
Bağımsız sinemanın en önemli isimlerinden Jim Jarmusch, kırk yılda onlarca projeye imza atmış bir isim. Filmlerini izledikten sonra aklımızda yer edinen unsur genelde hikâyenin kendisi olmaz. Dramatik yapıdan ziyade mekânlar izleyicide iz bırakır, yalnızca karakterlerin konuşmasını duymak için bile filmleri tekrar tekrar izlediğiniz olur. Bazen seri katil bir samuraydır ana odak, bazense otobüs şoförü bir şair. Jarmusch’un bu kadar başarılı olmasının sebebini tespit etmekse pek zor değil: Farklı sanatları sinemayla benzersiz biçimde harmanlaması. Destek aldığı dayanaklardan önemli bir tanesi edebiyat. Öyle ki, Paterson filmi adeta William Carlos Williams okumasına dönüşür; izleyici- eğer imkânı varsa- Williams’ın şiirleri okumak için filmi durdurur. Bunun gibi pek çok örnek verebiliriz ancak bu listede “müziğin” üzerinde duracağız. Sizden istediğim, paragrafı okumayı bırakmanız ve The Stooges, Tom Waits, Neil Young gibi isimler olmadan filmlerinin nasıl olabileceğini düşünmeniz. Eminim ki her biri ayrı ayrı önemli eserler olacaktır, ancak Jarmusch’un ilham kaynakları olan bu isimler yok olduğundan dolayı aynı tadı vermeyeceklerdir. Aynı zamanda bir gitarist olan yönetmenin imzası, doğal olarak müzik kullanımına dönüşüvermiştir.
Okuyacağınız listede, yedinci sanatın gördüğü en sıra dışı sinemacılardan olan kabarık beyaz saçlı prensin bir çeşit “filmografik diskografisini” bulacaksınız. Keyifli okumalar!
Not 1: Herhangi bir platformda bulmanız mümkün olmayan The Limits of Control (2009) ve müzik belgeselleri olan Gimme Danger (2016) ve Year of The Horse’u (1997) listeye katmadım.
Not 2: Aşağıdaki linkten, sizler için hazırladığım Jim Jarmusch film müzikleri listesine ulaşabilirsiniz.
Permanent Vacation (1980) / Earl Bostic-Up There In Orbit
Aloysius Parker ile tanışın. Kendisi aylaklık mesleğinde bir usta ve deyim yerindeyse herhangi bir lokasyona ait değil, “Sürekli Tatil”de. Jarmusch’un NYU Tisch’de öğrenciyken çektiği bu ilk uzun metraj, toplum ve mekânlarla arasında aidiyet kuramayan birinin öyküsünü, karakterin yaşayış tarzına paralel olarak başına buyruk biçimde aktarıyor. Yönetmenin Amerikan Bağımsız Sineması sahnesinin önemli isimlerinden biri olacağının sinyallerini veren yapıt, Jarmusch ve caz arasındaki flörtün açığa çıktığı film olarak kayıtlara geçiyor. Aloysius Parker’ın “Up There In Orbit” şarkısına dans ettiği ünlü sekansı görmek bile Permanent Vacation’ı izlemek için yeterli bir motivasyon.
Stranger Than Paradise (1984) / Screamin’ Jay Hawkins- I Put a Spell On You
Belki de Jarmusch’un en görkemli filmi olan Stranger Than Paradise’ın aşığı olmayan sinemasever çok azdır. New York’tan Cleveland’a, Cleveland’dan Florida, hatta Macaristan’a uzanan bu yol filminde baş karakter Eva’nın durmaksızın dinlediği I Put a Spell On You, filmin çehresini değiştirir. Öyle ki; zaten absürt ve berduş olan karakterlerimizin mizacını daha iyi anlamamızı sağlar, onların yaşadığı trajikomik olayların mizahi dozunu artırır. Jay Hawkins’in müzik anlayışının da bunda önemli bir payı var. Diğer versiyonlarında göremeyeceğimiz bir şekilde oluşturulmuş bu şarkının, kaba tabirle, “nüktedan” biçimde yorumlandığını bile söyleyebiliriz. Gerçi bu psikolojide olmamın sebebi sanatçının diskografisinde aynı havayı taşıyan oldukça fazla sayıda şarkı olması da olabilir.
Down by Law (1986) / Tom Waits- Jockey Full of Bourbon
Alternatif bir mahkûmiyet hikayesi olan film hakkında konuşulabilecek çok şey var aslında: Yıldız oyuncu kadrosu, rejideki mükemmeliyet, eşsiz sinematografisi… Ancak filmin benim için özel olmasının sebebi Tom Waits’in eşsiz Jockey Full of Bourbon şarkısının kullanımı. Şarkının bütününe yayılan perküsyon, bizlere film hakkında pek çok ipucu verir; duyduğumuz andan itibaren Jarmusch’un mizah anlayışının nasıl olduğunu hatırlarız ve yönetmenin diğer filmleriyle bağlantı kurarız. Sadece müzik seçimiyle bunu yapabilmek oldukça güç bir iş. Ayrıca, açılış sekansında duyduğumuz şarkıya Robby Müller ile özdeşleşmiş planlar eşlik eder. Müller’in imza planları için Alice in der Ständen (1974) ve Mystery Train (1989) filmlerine bakabilirsiniz.
Mystery Train (1989) / Elvis Presley- Blue Moon
Farklı epizotlardan oluşan bu film, bir gece boyunca yaşanan ve birbiriyle dolaylı olarak kesişen olayları konu ediniyor. Japonya’dan gelen Rockabilly aşığı çift, Roma’ya dönmeye çalışan bir İtalyan ve başları büyük bir dertte olan arkadaşlar… Hepsinin yolu Memphis şehrinin Memphis Otel’inde bir şekilde kesişir. Filmin arka fonunda ise Rock’n Roll’un tartışmasız tek kralı Elvis Presley vardır. Ona, bu simge şehrin çıkardığı en önemli isimlerden olan Otis Redding eşlik eder. Ayrıca, Screamin’ Jay Hawkins sürpriz bir rolde karşımıza çıkar.
Night on Earth (1991) / Tom Waits- Back in the Good Old World
Rastgele bir gecede dünyanın beş farklı şehrinden rasgele seçilmiş beş taksi, beş farklı hikâye. Birbiriyle bağlantısı bulunmayan sekanslardan oluşan bu başyapıt ile yönetmen, karakter yaratmak ve diyalog yazmak konusundaki dehasını izleyicinin önüne seriveriyor. Açık konuşmak gerekirse, müzik kullanımının bu kadar pasif kaldığı Jarmusch filmlerine alışık değiliz. Ancak film müziği albümüne Tom Waits’in imza attığını bilmek bile, Night on Earth’ü görmek için geçerli bir sebep. Ana fonda ise, Waits’in film için bestelediği Back in the Good Old World var.
Dead Man (1995) / Neil Young- Guitar Solo, No. 5
Hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olan William Blake (Johnny Depp), yeni bir hayat kurmak ümidiyle Cleveland’a gider. Ancak işler yolunda gitmez ve Blake, Cleveland’dan yanlışlıkla olsa da bir katil olarak ayrılır. Yaralanmıştır ve peşinde ödül avcıları vardır. Bu süreç esnasında kabilesinden ayrı yaşayan bir Kızılderili olan Nobody (Gary Farmer) ile tanışır, ardından spritüal bir evrene doğru kürek çekmeye başlar. Gitarı konuşturan adam Neil Young’ın imzasını attığı orijinal film müziği, bu neowesterne- ya da “Jarmuschyen Western”- bambaşka bir tat katar. Basit bir kaçma-kovalama filminden çıkartır, izleyiciyi içsel bir yolculuğa davet eder. Bunu başaran William Blake’in şiirleri(!) değil, Jarmusch ve Young’ın filmin atmosferini yaratırken ortaya koydukları ince işçiliktir.
Ayrıca sizlere, Jarmusch’un Neil Young and Crazy Horse grubunun hikayesine odaklandığı Year of the Horse (1997) belgeselini de öneririm.
Ghost Dog (1999) / RZA- Samurai Showdown
Siyahi bir seri katil, ancak samuray felsefesine uygun yaşıyor ve güvercin ile haberleşiyor. Bakıldığı zaman oldukça apayrı dünyalara ait gibi gözüken bu üç kavram ancak Jarmusch’un dahiyane sinema bakış açısında birleşebilirdi. Forest Whitaker’ın başrolde yer aldığı film, belli açılardan yönetmen için bir meydan okuma gibi gözükebilir. Aksiyon gerektiren sahneler Ghost Dog’dan önceki hiçbir Jarmusch filminde olmadığı kadar yoğundur ve farklı toplumsal gruplara ait hikayeler anlatılmaktadır. Siyahi başkarakterimize, dönemin müzik anlayışına da uygun olarak hiphop tarzı film müzikleri yakışırdı. Nitekim efsane Wu-Tang Clan’in biricik üyesi RZA’in müziğinin sihirli değneği Ghost Dog’a değiyor ve ortaya oldukça niş bir iş çıkıyor. Farklı sanatçılardan oluşan derleme albümünün içinde filmin jenerik müziği olarak karşımıza çıkan Samurai Showdown, olağanüstü bir “beat”e sahip. Enstrümantal versiyonunu da şiddetle öneriyoruz.
Coffee and Cigarettes (2003) / Richard Berry, The Pharaohs- Louie Louie
Rastgele hayatlar, rastgele insanlar, rastgele mekânlar… On bir farklı hikâye, hepsinde aynı kalan iki element: Kahve ve sigara. Filmdeki tüm karakterlerin öncesi ve sonrası hakkındaki kaygılarından bihaberiz. Hikâyelerin aralarında organik- inorganik bir bağ yok, kahve ve sigara sevdaları dışında. Bill Murray, Steve Buscemi, Roberto Benigni, Iggy Pop, Tom Waits ve daha pek çok yıldızdan oluşan oyuncu kadrosuyla ışıldayan yapıt, yönetmenin en ikonik eserlerinden. Açılış jeneriğinde duyduğumuz Richard Berry yorumlaması Louie Louie ve kapanışta The Stooges’dan duyduğumuz Louie Louie, tek kelime ile: İnanılmaz!
Broken Flowers (2005) / Mulatu Astatke- Yègellé Tezeta
Çapkınlığıyla nam salmış Don Juan (Bill Murray), eski âşıklarının birinden aldığı isimsiz mektupla birlikte on dokuz yaşında bir çocuğunun olduğunu öğrenir. Mektuba göre çocuk kayıptır ve büyük olasılıkla babasını aramaktadır. Komşusu Winston’la (Jeffrey Wright) birlikte muhtemel anne adaylarının listesini çıkartır, sonrasındaysa Amerika’yı arşınlayıp geçmişindeki karanlık bölgelere dalarak cevaplandıramadığı sorulara yanıtlar bulmaya çalışır. Soul’dan garage rock’a farklı janrlardan müziklerin harmanlandığı filmin odağında ise Ethio Jazz tınıları var. Winston’ın hazırlayıp yolculuğunda dinlemesi için Don Juan’a verdiği CD’de Etiyopya’nın yerel ezgilerinin caz ve rock tınılarıyla birleştiği şarkılar karakterimize eşlik eder. Yègellé Tezeta, bu parçalar arasında ön plana çıkar. Mulatu Astatke’nin dışında aynı şarkının Dengue Fever tarafından coverlandığı hali de filmde kullanılıor. (bknz. Dengue Fever- Ethaniopum)
Only Lovers Left Alive (2013) / SQÜRL, Josef Van Wissem- The Taste of Blood
Yüzyıllardır yaşayan ve herkesten saklanmak zorunda olan iki vampir aşığın hikâyelerine odaklanan film, Tilda Swinton ve Tom Hiddleston’un performanslarıyla ışıldadığı bir şaheser. Oldukça havalı olan bu vampirler- Adam ve Eve (Adem ve Havva) -, yüzyıllar boyunca yaşanan sanatsal ve bilimsel olaylar hakkındaki anılarından bahsediyorlar ve tükenmeyen aşklarının tadını çıkarmaya devam ediyorlar. Eve’in kardeşinin yaramazlıkları yüzünden saklandıkları delikten çıkmak zorunda kalan çiftin ana besin kaynakları “kana” karşı yoksunluklarının baş gösterdiği bir anda çalan The Taste of Blood, filmi final jeneriğine kadar sürüklüyor. Jarmusch’un gitaristi olduğu SQÜRL grubunun film için besteledikleri şarkıların oluşturduğu albüm ile Cannes Film Festivali’nde “En İyi Film Müziği” ödülünü de aldıklarını belirtelim.
Paterson (2016) / Tüm Albüm
Şair bir otobüs şoförünün buruk hikayesine odaklanan Paterson, başroldeki Adam Driver’ın etkileyici performansıyla dikkat çekiyor. Yazdıklarını yayınlaması için ona yalvaran dünyalar tatlısı eşi, yıldızlarının barışamadığı köpeği, otobüsteki yolcular ve karşılaştığı insanlar, ona yolculuğunda eşlik eden diğer isimler. Diğer Jarmusch filmlerinde olduğu gibi bunda da dramatik çarpıcılık hedeflenmiyor, karakterlerin düşünüşlerine ve zevklerine doğru bir yolculuğa çıkılıyor. Zaten Jarmusch’un en iyi yaptığı şey karakter odaklı hikâyeler yaratmak, bunun yanında yaşlandıkça hikâyelerinde insanın kalbine dokunan bir taraf ortaya çıkıyor ve bunu gözlemlemek insanın yaş ile birlikte nasıl bir ruhsal devinim gösterdiğiyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu açıdan bakınca, aklıma sanatçılara yapışan kaçınılmaz lanet geliyor: “Tüketici” karşısında ruhunuz dahil çırılçıplak kalmak.
Paterson, dinleyiciye spesifik bir parça sunmuyor belki, fakat albüm bir bütün olarak dinleyenlere ruhani bir yolculuk vaat ediyor. SQÜRL, Only Lovers Left Alive’dan sonra bunu da başarıyla kotarmış; ek olarak, içinden sivrilen herhangi bir parça olmaması nedeniyle kendisinden önceki Jarmusch filmlerinin müzik albümlerinden ayrıldığı noktalar da yok değil.
The Dead Don’t Die (2019) / Sturgill Simpson- The Dead Don’t Die
Jarmusch’un diğer filmlerinden de alışık olduğumuz gibi yıldızlarla dolu bir kadro ancak -genel eleştirilere paralel olarak- filmografisindeki diğer filmlere nazaran oldukça vasat bir yapıt. Nüktedan bir kalemi olan yönetmen/senarist, komedi filmi yaratma kaygısı taşımadığı zaman oldukça eğlenceli yaratılar ortaya çıkarmıştı; ancak göze parmak şeklinde yazılmış informatif ve komik olmaya çalışan diyaloglarla dolu bu film pek beğenilmedi. Only Lovers Left Alive’dan (2013) sonra bir kez daha paranormal kişiliklerle dolu- zombiler- bir evrene dalan Jarmusch, filmin müziklerine SQÜRL adlı grubuyla birlikte imza attı. Fark yaratan parçaysa country türünün son dönemdeki en önemli temsilcilerinden Sturgill Simpson’ın filmle aynı adı taşıyan eseridir.