1860-1939 yılları arasında yaşayan İngiliz ressam Louis Wain’in gerçek hayat hikâyesini anlatan film, pek çoğumuz için bu dahi ressam ile tanışma fırsatı sunuyor. Yaşadığı dönem itibariyle Wain yaşamına bir büyük aşkı, elektriğin yaygınlaşmasını ve Birinci Dünya Savaşı’nı sığdırır. Ve bu üç unsur da onun yaşamında çok etkili olur. Hem en büyük mutlulukları tattırır hem de yıkımına yol açar. Bir nevi dönemdaşı Van Gogh ile benzer bir hayat sürer, eserleri henüz hayattayken onu sefaletten kurtaramaz ve tıpkı onun gibi mental problemler yaşar.Wain babasını erken yaşta kaybetmesi nedeniyle annesi ve beş kız kardeşiyle birlikte yaşamaktadır. Evin tüm geçimini sırtlanmak zorunda olan Wain, ressam olmanın yanı sıra boksörlük de yapar. Bir gün Emily adındaki bir öğretmenin küçük kardeşlerinin eğitimi için evlerine taşınması ile Wain’in hayatı sonsuza dek değişir. Wain ilk görüşte Emily’e âşık olur olmasına ancak kız kardeşleri Emily’i statü olarak aşağıda görmekte, üstelik Emily’nin Wain’den yaşça büyük olması nedeni ile bu birlikteliğe karşı çıkmaktadır. Wain kardeşlerinin tüm itirazlarına karşın Emily ile evlenir ve ömrünün yegâne mutlu dönemini geçirir. Emily ile kurdukları küçük dünyaları yağmur altında sırılsıklam olmuş bir kedi yavrusunun evlerine gelişi ile bambaşka bir boyut kazanır. İngiltere’de o günlerde yalnızca köpekler evcil hayvan olarak evlerde beslenmekte, kediler ise fare avcısı yabaniler olarak görülmektedir. Wain, Peter adını verdikleri minik dostlarıyla yaşamaya başladıktan sonra kedileri yakından gözlemlemeye başlar ve başta karısını mutlu etmek için çizdiği rengârenk kedi resimleri ile yavaş yavaş şöhrete kavuşur. Ne var ki Wain’in mutluluğunu elinden alan büyük bir trajedi onun kedilere daha çok bağlanmasına neden olur. Wain’in takıntı haline getirdiği kedileri insanlaştırarak resmettiği tablolar, İngiliz evlerine kedilerin girmesini sağlayacak kadar popüler olur hatta Wain’in ünü Amerika’ya kadar uzanır.
Wain’i hayatta kediler kadar etkileyen bir diğer şey ise elektriktir. Elektrik icat edileli epey olmuştur ancak gündelik hayatta kullanılmaya başlanması Wain’in yaşadığı döneme denk gelir. Bu akla hayale sığmayan büyük icat, Wain’i çok derinden etkilemiş ve onun insanlarla insanlar, insanlarla hayvanlar, insanlarla olaylar arasındaki her şey arasında elektriksel bir bağ olduğuna inanmasına yol açar. Wain ressam kimliğiyle tanınır olurken, elektriksel bağ teorisi ile mental sağlığının git gide bozulmaya başladığına ilişkin ilk işaretleri verir. Çok geçmeden de Birinci Dünya Savaşı patlak verir. Wain’in bıçak sırtındaki ruh sağlığı bu savaşı kaldırabilecek güçte değildir ve Wain için çöküş dönemi başlar.
2021 yılının Benedict Cumberbatch için oldukça verimli bir yıl olduğunu söyleyebiliriz. The Power of the Dog (2021) filmi ile En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanmasına neredeyse kesin gözüyle bakılan Cumberbatch’ın aynı yıl canlandırdığı Louis Wain performansı da izleyicinin övgüsünü kazanmış durumda. Özellikle Emily’e hazırladığı kahvaltıyı götürdüğü sırada şahit olduğu manzara karşısında verdiği tepki pek çok kimsenin aklına kazınacak cinsten bir performansa sahip. Cumberbatch’a, The Crown’da Kraliçe Elizabeth rolü ile Altın Küre ödülünü kazanan Claire Foy eşlik ederken, filmin yönetmenliğini de Will Sharpe üstlenmiştir.