Kısmen gerçek suç, kısmen karakter çalışması olan Nitram (2021), havai fişeklerle oynarken yaralanan bir çocuğun hastanedeki haber görüntüleriyle açılır. Muhabirin sorusu üzerine çocuk bu hobisinden vazgeçmek gibi bir niyeti olmadığını söyler. Filmin açılış sekansındaki bu gerçek görüntüler, yönetmenin başkarakterdeki davranışsal bir anomaliye dikkat çektiği ilk andır. Nitram, olaydan yaklaşık bir düzine yıl sonra Avustralya’nın banliyölerinde, hâlâ arka bahçesinde ve okulların yakınında havai fişeklerle oynamaya devam eder.
Port Arthur Katliamı olarak tarihe geçen, Tazmanya’da bir kafede otuz beş kişinin ölümüyle sonuçlanan elim olay, Nitram’ın ana anlatısını oluşturur. Martin Bryant’ın faili olduğu bu katliam, tek bir kişi tarafından gerçekleştirilen en büyük katliamlardan biri olarak tarihte yerini almıştır. Onu bu toplu katliama iten sebep ise asla bilinmez. Fakat uzun yılların tartışma konusu olan bireysel silahlanma yasaları, bu olayın akabinde tekrar masaya yatırılmıştır. Port Arthur’dan birkaç gün sonra Avustralya Başbakanı John Howard, ülkenin silah yasalarının değişeceğini ilan etmiştir. Yeni yasalar, otomatik ve yarı otomatik uzun silahları yasaklamıştır. Silah sahiplerinin ruhsat başvurusunda bulunmalarını ve silah sahibi olmak için “kişisel korunmanın” ötesinde gerçek bir sebep sunmalarını gerektiren yeni kısıtlamalar getirilir. Bunun yanı sıra 650.000’e yakın silah, emniyet görevlileri tarafından insanlardan toplanır. Tüm bunlar sonucunda Avustralya’daki bireysel silahlanma %74 oranında azalırken 1996’daki Port Arthur katliamından bu yana Avustralya’da tek bir toplu silahlı saldırı olmamıştır. [1] Nitram, Avustralya’nın bu konu karşısındaki tutumunu keskin bir şekilde değiştiren bu katliama odaklanır, failinin geçmişine iner ve onun psikolojisine bir pencere açar.
Avustralyalı Martin Bryant’ın bu portresi, asla onun gerçek adını kullanmaz, onun yerine ana karakterini Nitram olarak adlandırır. Bryant’ın hayatı hakkındaki doneler, olayın sonucunda toparlanan raporlardan alınmış ve filmde yönetmen Kurzel tarafından seyrekleştirilerek, keskin bir dille anlatılmıştır. Bu anlatı, Bryant’ın anomalisinin ve öfkesinin çok katmanlı temsiliyle 2021 Cannes En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Caleb Landry Jones’un başrol performansında kendini gösterir. Kurzel’in anlatısı, kumsalda çarpışan dalgalarla, köhne bir malikânede modası geçmiş şıklıklarla ve bir silah dükkanının arka odasında dolup taşan tüfeklerle çevrili olarak perdeye yansıtılır.
Bireysel silahlanmaya karşıt bir manifesto olarak nitelendirilebilecek filmde, insanların kolayca silahlanabilmesine dair siyasi mesajlar altı çizilerek vurgulanır. Bunun en net şekilde görüldüğü sahne, Nitram’ın silah satın almaya gidişi ve satıcının usulsüzce para karşılığı silahları satmasıdır. Bu sekans ile insanların ne denli kolay silah alabildiği, psikolojik durumuna bakılmaksızın sadece para karşılığı, oyuncak gibi bu gereçleri edinebildiği çarpıcı bir şekilde yansıtılır. Her toplu katliam sonrası ve cinayet akabinde gündeme gelen bireysel silahlanma yasaları, özellikle bireysel silahlanmanın yaygın olduğu coğrafyalarda ciddi bir problem olarak ortaya çıkar. ABD gibi silah üreticilerinin ve onların lobilerinin oldukça güçlü olduğu ülkelerde “özgürlük” adı altında savunulan silahlanma, aslında ciddi bir tehdit olarak görüldüğü bir kitle tarafından da protesto edilmektedir. Gerçek olan ise bu durumun özgür bırakıldığı ülkelerdeki ölüm sayıları ile ciddi kurallar uygulayan ülkelerdeki silahlı saldırı oranlarının arasındaki önemli farktır. Avustralya’nın da geçmişinde yer yer gündeme gelen bu sorun, ancak ciddi bir katliam sonrası önem arz etmiş, buna yönelik hızlı kararlar alınmış ve direkt yürürlüğe konmuştur. Aynı şekilde 2019 yılında Yeni Zelanda’da gerçekleşen silahlı saldırı sonrası sıkı kontroller hükümetin gündemine getirilmiştir.
Film, bireysel silahlanmanın sakıncalı durumunun yanında, katliamın failinin çocukluğundan gençlik döneminde kadar içinde bulunduğu vaziyete de pencere açar. “Sebebi asla bilinemeyen” bu katliamın geçmişine, bunun yapanın nasıl bir psikolojik ya da zihinsel süreç yaşadığına dair de yargısız bir tanıklık sunar. Çocukluğundan beri diğerlerinden farklı görülen, farklı uğraşları ve ilginç davranışları olan Nitram, bunun artık bilincine varmış bir karakter olarak izleyicinin karşısına çıkar. Herkesten farklı olduğu bilinir. Dürtüsel ve duygusuzdur, diğer insanlarla etkileşim kurmakta güçlük çeker. Ancak filmde bu duruma belirli bir tanı koyulmaz, bununla ilgili bir yargıda bulunulmaz. Nitram, bireysel benliğini yaşamak ile kendisine sosyal bir çevre edinme ihtiyacı arasında gidip gelmektedir. Ebeveyniyle ilişkileri çok sağlıklı değildir. Annesi onun bazı davranışlarından son derece rahatsız iken, babası genellikle tam tersi bir tutum sergiler. Ebeveynin çocuklarına karşı büründüğü farklı tutumlar ve eşit olmayan muamele Nitram’ın ilkel benliğinin sosyal hayata direkt olarak yansımasında rol oynar. Onu baskılayan ve sınırlayan her şeyden kurtulma isteği, para kazanmak için çim biçme işine girmesine sebep olur. Nitram’ı çimlerini biçmesi için kiralayan Helen ile tanıştığında benlik duygusu daha da karmaşıklaşır. Helen’in Nitram ile kurduğu bağ, ona gösterdiği şefkatin sebebi filmde açık bir şekilde sergilenmez. Helen ona bir araba alır ve babasının eski kıyafetlerini verir. Onun için manasız gelen serveti, Nitram’a devredilecek ve onun bazı sınırlarından kurtulmasına yardımcı olacak bir aracı hâline gelecektir. Nitram, Helen aracılığıyla, tuhaflıklarının çoğunlukla kabul edildiği bağımsız bir yaşamın nasıl bir şey olduğunun tadına varır. Ama birkaç trajedi onun için oluşabilecek mutlu tabloyu bütünüyle değiştirir.
Nitram, çocukluğunda akranlarının ilgi alanları dışında, tehlikeli uğraşlara girişen ve başına gelen badireye rağmen buna devam etmeyi düşünen biri olarak gösterilir. Sonrasında ise kendine sosyal çevre edinemeyen, kendini “en iyi” şekilde ifade edemeyen, toplumsal normlara ve yaşama uyum sağlamayı reddeden bir birey olarak devam eder. Doğum günü sahnesinde annesinin anlattığı hikâye ile Nitram’ın ruhundaki acımasızlık vurgulanır. Babasının hasta olarak yattığı sahnede ise, belki de Nitram’ın duygusal bağ kurabildiği tek kişi olan kişiyi dövmeye başlaması, onun aslında merhametten yoksunluğuna, yoğun anlarda “bir şeylerin ters gidebileceğine” dikkat çeker. Aynı zamanda insanların kendi küçük konfor alanından, sınırlı dünyasından çıkabilip harekete geçmesi için “rahatsız edilmesi” gerektiğinin de bu sahnede altı çizilir. Yönetmen Kurzel ve senarist Grant ikilisi bu olayın sebeplerine direkt bir yargı ile gelmekten kaçınırken, bu tip donelerle Bryant’ın hayatındaki gelgitlerin altını çizer. Çocukluğundan bu yana gelen şiddet eğilimi, ilkel benliğin sürekli dışavurumu gibi farklılıkların ebeveyn tarafından desteklenmemesi, bunun sonucunda tüm bunların birleşerek duygusal yoğunluk anlarında tehlikeli bir şekilde açığa çıkabileceğine dair vurgular yapılır. Tüm bunların bir katliam halini alması için de onu “rahatsız eden” ve aksiyon almaya iten bir sebep olduğunu ifade eder. Katliam sonrası bu sebep asla bilinemez iken, bireysel silahlanma karşıtı olarak tanımlanabilecek bu film, failin psikolojisine de bu doğrultuda dikkat çeker.
Nitram, teknik ölçekte de anlatıyı destekleyici unsurlarla bezelidir. Yönetmen Kurzel, Shaun Grant’in natüralist senaryosundan uzaklaşabilecek her türlü üslup süslemesinden kaçınır. Satır aralarını okuma girişimi asla yoktur. Germain McMicking’in keskin sinematografisi, Tazmanya’nın niteleyici bir özelliği olan büyüleyici yalnızlığı yakalamak için kullanılır. Landry Jones canlandırdığı Nitram portresini, yaratılmakta olan bir canavarın ardındaki insani motivasyonları ortaya çıkarmaya yetecek kadar nüansla yürütür. Bryant’ın gerçekliğine asla sempati duymaya çalışmaz, ancak aynı madalyonun her iki tarafını da göstermekten çekinmez. Jones, fizikselliğinde ve sesinin incelikle ayarlanmış groteskliğinde hissedilebilen içselleştirilmiş duyarlılık ve saldırganlık arasında dikkatli bir denge bulur. Judy Davis, acısına gülen bir çocuğa ebeveynlik yaptığı yılların yüzündeki satırlardan okunabildiği bir anne olarak; Essie Davis ise servetiyle gelen yalnızlığın lanetiyle yaşayan çılgın bir kadın olarak hikâyeyi destekler ve yukarı taşır.
Bryant’ın hayatı ve eylemlerinin sonuçları hakkında pek çok husus, hapse atıldıktan sonra bile dış dünyayı sarsmıştır. 1996’daki ulusal silah reformundan bu yana silahla bağlantılı cinayetlerde görülen önemli düşüş bile, zaman içinde bazı ilginç argümanları gündeme getirmiştir. Elbette bu fikirler, daha fazla irdelenmeye cesaret edildiğinde, herhangi bir film yapımcısının ince buz üzerinde kaymasına neden olacak türden fikirlerdir. Nitram‘ın gerçek gücü, yüzleşmek ve meydan okumaktır.
Film beklenen sona ulaştığında, Kurzel öznelliğini tamamen ortadan kaldırır. Kamerasını Nitram’ın arabasının dışında veya bir kafenin penceresinde sabit tutarak aksiyonun ondan uzaklaşmasına izin verir. Bu düzeyde bir mesafe hem bir rahatlama hem de Kurzel için ayrı bir meydan okumadır. Başka tarafa bakma ayrıcalığına sahibizdir; ama Nitram’ın bizden yapmamızı istediği şey, böyle bir olay olduğunu hatırlamamızdır. Konunun hassas doğası sebebiyle son derece dikkatli ve kararlı ilerleyen örgü, net bir dille mesajlarını ifade eder. Davranışsal bozukluklar, sosyal yabancılaşma ve ebeveyn dinamiklerinin karmaşık doğası üzerine tarafsız bir yorum olan Nitram’ın hedefi, izleyicileri beklenmedik bir şekilde sarsmaktır. Landry Jones’un performansının yoğunluğu ile Kurzel’in incelikli kısıtlamaları arasında Nitram, yaraları iyileştirmekten çok, onların burada kalıcı olduklarının kabul edilmesini isteyen insan kırılganlığı üzerine odaklanan bir çalışmadır.
Kaynakça:
[1]: https://www.theguardian.com/world/2016/mar/15/it-took-one-massacre-how-australia-made-gun-control-happen-after-port-arthur