Bazı rejisörler vardır ki, onlarla adeta bütünleşmiş müzisyenler vardır. Jim Jarmusch deyince aklımıza Iggy Pop, Tom Waits, Screamin’ Jay Hawkins gelir mesela. Bu isimlere hayran olarak büyüdüğünü söyleyen Jarmusch’un sinemasal dilinin aynı kişilerin müziğine yakın olması gayet doğaldır. Bu kişilerin Jarmusch filmlerine kattığı dokuya hayran kalırız sadece. Çok fazla ikili sayabiliriz tabii ancak geri planda kalan ve sinemanın sınırlarını zorlayan olağan dışı bir ikili vardır ki, ortaya çıkardıkları işlere hayranlık duymamak imkânsızdır: modern zamanın Marquis de Sade’ı Gaspar Noé ve elektronik müziğin en büyük isimlerinden Thomas Bangalter.
Henüz yalnızca üç filmde birlikte çalışmış olsalar da ortaya çıkan işler gerçekten büyüleyicidir. Özellikle Noé’nin yapıtları, deneysel kamera ve renk kullanımı sayesinde seyirciye film izleme deneyiminden çok daha fazlasını sunmaktadır. Ancak bu deneyimin oluşmasında aslan payı, şüphesiz ki müzikten geçer, yani Thomas Bangalter’den. Ayrıca kendisinin sinemadaki varlığı sadece Gaspar Noé filmleri ile sınırlı değildir. Bu yazıda Bangalter’in sinemaya dokunuşuna odaklanacağız.
Thomas Bangalter ismi çoğunuza yabancı gelebilir. Kendisini sahne adıyla araştıracak olursanız, 90’lı yıllarda kaydedilmiş 33’lük plaklarla ve çok düşük çözünürlüklü videolarla karşılaşacaksınız. Tekli çalışmalarının yanında Together ve Stardust gruplarıyla birlikte Eurodisco türüne yakınsayan ancak bir o kadar da özgün olan French Touch tarzında işler ortaya koymuştur. Ancak biz kendisini daha çok robot personasıyla kültleşen Daft Punk efsanesi ile tanıyoruz. Yalnızca elektronik müziği ve French House’u değiştirmekle kalmamış olan grup, aynı zamanda Sample hareketinin öncüsü olarak popüler müziğin evrimine zemin hazırlamıştır.
Bangalter’in tekil işlerinin hepsine baktığımız zaman gördüğümüz ortak nokta kusursuz Sample kullanımı ve sonsuz döngülerdir. Gerçekten de parçalarında pek karmaşık bir matematik ile karşılaşmayız, onlar çok sade yazılmış birer metin gibidirler adeta. 97 öncesindeki tekli dönemine baktığımız zaman parçalarında disko, soul, pop ve boogie tınılarıyla dolu Detroit House türüne yakın duruşunun yanında baslar ve davullarla birlikte distortionları kullanış tarzı takdir edilesi cinstendir. Fakat onu bugün elektronik müziğin en büyüklerinden biri konumuna getiren özelliği ana akım French House’un dışında başlı başına özgün ve türsüz işlere imza atmasıdır. 95 çıkışlı “Trax On Da Rocks” albümünde, “On Da Rocks” gibi yumuşak bir şarkının yanına “What To Do” gibi çok sert bir parçayı sıkıştırıvermesi onun nasıl üretken bir beyin olduğunu gösterir. Ancak Bangalter’i sadece müziğiyle sınırlamak imkânsızdır.
Bangalter aynı zamanda sıkı bir sinefil olma özelliği de taşımaktadır. Kendisinin bu konuda herhangi bir demeci olmasa da kariyer yolundaki seçimlerinden bunu rahatlıkla anlayabiliriz. Kendisini şu ana kadar kameranın arkasındaki pek çok konumda gördük: besteci, yönetmen, yapımcı vb. Yer aldığı yapımları ise ikiye ayırmamız gerekir: Daft Punk oluşumuyla olan çalışmaları ve bireysel çalışmaları. Daft Punk çatısı altında ürettikleri ile başlayalım.
Bangalter’in sinema yolculuğu aslında 97 yılına uzanır, yani Daft Punk’ın çıkış albümü “Homework”’ün video kliplerinden ve bazı eklentilerinden oluşan D.A.F.T.: A Story About Dogs, Androids, Firemen and Tomatoes (1999) filmine. Buna aslında tamamıylabir film demek doğru olur mu bilemiyorum, daha çok bir video klip albümü gibidir. Söz ettiğimiz derlemenin en büyük özelliği içinde barındırdığı video kliplerin kimler tarafından çekildiğidir. Albümün klipleri için ünlü yönetmenler Spike Jonze (Da Funk), Roman Coppola (Revolution 909) ve Michel Gondry (Around The World) ile çalışılmıştır.
2001 yılında gelen “Discovery” albümü grubun hayranlarının favori albümü olma özelliğini taşır. Bu albüm bambaşka bir kimliğe sahiptir, onu dinlerken başından sonuna kadar bir masaldaymışsınız gibi hissedersiniz. Albümün müzikal boyutuyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir başka konuysa tamamlayıcısı konumundaki Interstella 5555: The 5tory of the 5ecret 5tar 5ystem (2003) isimli anime filmidir. Prömiyerini albümün piyasaya çıktığı 2001 tarihinden 2 sene sonra 2003’te Quinzaine des Réalisateurs’de yapmış olan filmin serüveni aslında albüm henüz kayıt aşamasındayken bizzat grubun üyelerinin hayal gücü vasıtasıyla başlamıştır. Filmin senaryo taslaklarının ortaya çıkmasından sonra filmi yönetmeleri istenen Kazuhisa Takenouchi ve Leiji Matsumoto ile irtibat kurulmuştur. Bu filmin nezdinde mangaka Leiji Matsumoto ismi önemlidir. 2015 yapımı Daft Punk Unchained (2015) belgeselinden öğrendiğimize göre Fransız ikili, Matsumoto’nun işlerinin büyük hayranıdır.
Ardından ilk rejisörlük denemeleri gelir. Üçüncü stüdyo albümleri “Human After All” ile düşüş evresine giren “robotlar”, insanların olmadığı ve sadece robotlardan oluşan bir dünyanın içinde sıkışıp kalmış iki robotun hikâyesini anlattıkları Electroma (2006) ile birlikte kameranın arkasına geçerler. Yaklaşık 70 dakika süren bu avangart yapımda hiç söz yoktur, ayrıca müzik yer yer kullanılsa da Interstella’yla benzer şekilde odağında müzik bulunmaz, sadece saf bir görsel şölen sunar. Daft Punk’ın üyeleri Thomas Bangalter ve Guy-Manuel de Homem-Christo’nun yönetmen koltuğunda oturdukları filmde Bangalter, aynı zamanda görüntü yönetmenliği görevini de üstlenmiştir. Electroma, ilk gösterimini Interstella 5555 gibi Quinzaine des Réalisateurs’de yapmış ve Golden Camera ödülüne aday gösterilmiştir. Ayrıca bu film sayesinde Daft Punk, Quentin Dupieux (Mr. Oizo) ile birlikte sinemaya rejisörlük adı altında adım atan ikinci French Touch akımı çıkışlı oluşum olmuştur.
İkilinin sinema bağlamında son ortak çalışması 2010 yılında Disney tarafından üretilen Tron: Legacy (2010) filmidir. Film, 82 yapımı Tron’un devamı niteliğindedir. Film, geniş kitlelerce sevilmemiş ve zayıf bulunmuştur; ancak müzikleriyle halen hakkında konuşulmaktadır. Bu film için uzunuyla kısasıyla tam 23 şarkıya imza atan ikili, elektronik elementleri senfonik dokunuşlarla zenginleştirmekte hayli iyi bir iş çıkarmıştır. Filmin ritmi ve hissiyatı ile o kadar bağdaşan şarkılara imza atmışlardır ki, bu durum müziklerin filmin önüne geçmesine neden olmuştur.
Bahsettiğim tüm projelerin ortak temasının bilim kurgu ve “robotvari” dokunuşlar olduğunu görürüz. Ancak yazımızın odak noktası olan Thomas Bangalter’in bireysel sinema kariyerinde yer alan işler çok daha farklıdır. Çünkü burada işin Gaspar Noé boyutu vardır.
Gaspar Noé, ilk uzun metrajlısı Seul Contre Tous (1998) filmiyle sinema dünyasında adeta şok etkisi yaratmıştır. Ensest, pedofili gibi kırmızı bölgelere cesurca girdiği bu filmle kışkırtıcı işlere imza atacağını göstermiş, ikinci uzun metrajlısının nasıl çılgınlıklara sahip olacağı konusunda merak uyandırmıştır.
Merakla beklenen bu film, 2002 yılında vizyona giren Irréversible (2002)’dir . Yapıt, aynı zamanda Bangalter’in beyazperdedeki ilk işi olma özelliğini taşır. Bu film gösterildiği ilk günden beri filmden nefret edenler ve filme hayran kalanlar olarak izleyicileri ikiye bölmeye devam etmektedir. Filmin asıl atmosferini yaratan materyal ise müzikleridir. Baştan sona kadar hiç kesilmeyen, sadece desibel ve frekans aralıkları farklılık gösteren parçalar, beyazperdeyi insanlar için bir tabuta dönüştürür ve klostrofobik hislerimizin doruğa ulaşmasını sağlar. Bangalter’in karanlık köklerine döndüğünü hissettiren “Stress” ve “Outrun” gibi parçalarla görüntünün birleşmesi sayesinde, sesin sinema sanatında yarattığı mucizeyi iliklerimize kadar hissederiz.
İkilinin son çalışması ise Climax (2018)’tır. Filmin kampanyası boyunca Noé’nin nefret edilen diğer işlerinden farklı bir noktada duracağı söylenmiş, nitekim öyle de olmuştur. Çünkü Noé, izleyiciye diğer filmlerine nazaran daha rahat deneyimlenebilir bir film sunmuştur. Aynı zamanda uyuşturucu, ensest gibi kavramlarla yeniden oynamış ve farklı tarzından ödün vermemeyi sürdürmüştür. Irréversible ve Enter the Void (2009) karması modern bir korku filmi -veya melodram- yaratmıştır. Evet, burada da olağan şüpheli aynı kişidir: yine Bangalter ve yine baş döndürücü bir albüm. Filmin orijinal müziği olan “Sangria” parçası yine Bangalter’dendir. “Sangria” parçasının aslında 95 yılında üretildiğini, ancak o zamanlar Bangalter tarafından piyasaya sürülmediğini belirtelim.
Noé filmleri dışında sinemada bireysel olarak çok aktif göremeyiz Bangalter’i. Kendisi, Quentin Dupieux’nün Réalité (2014) adlı filminde ufak bir cameo rolüyle karşımıza çıkar. Müziğiyle katkıda bulunduğu başka bir filmse Letonyalı yönetmen Siegfried’den Riga (Take One) (2017)’dır. Bangalter’in film için kaydettiği 15 dakikalık Riga (Take 5) isimli tekno harikasıysa gerçekten dinlemeye değerdir.
90’lar Fransa’sında esmeye başlayan elektronik müzik rüzgârından çıkma bir gencin dünya müzik sahnesinin en önemli isimlerinden birine dönüşmesini ve bununla yetinmeyip sinemada da kendine yer bulmasını şansa bağlamak yanlış olur. Senelerce bitmeyen çalışmalarının ve üretkenliğinin sınırlarını kestiremediğimiz bir dehanın hikâyesi daha çoktur. Kariyeri hayranlık uyandırmaya ve ilham vermeye devam etmektedir.