Oscarlı yönetmen Jordan Peele, Get Out (2017) ile yakaladığı başarının ardından toplumsal konulara odaklanan korku-gerilim filmleriyle izleyicinin karşısına çıkmaya devam eder. İkinci filmi Us (2019), kendi karanlık versiyonları tarafından hedef alınan bir aileyi takip ederek aslında Amerika’nın yüzleşme korkusunu işler. Jordan Peele, eski klasik korku filmlerine, özellikle de Stanley Kubrick’in The Shining’ine (1980) saygı gösterirken kendi imzasını açıkça ortaya koyar.
Us, 1986 yazında Santa Cruz sahilinde başlar. Küçük Adelaide, aynalarla dolu bir odada kendisinin kopyasıyla karşılaşır ve bu olaydan travmatik bir şekilde etkilenir. Filmde zaman atlaması olur, günümüzde Adelaide yetişkin biridir ve kocası Gabe, kızı Zora ve oğlu Jason ile Santa Cruz sahiline geri döner. Sahilde yaşadıkları birkaç garip tesadüften sonra sakin bir gece için yazlık eve dönerler. Ancak huzurları dört davetsiz misafirin gelmesiyle bozulur. Bu dört kişi, Adelaide ve ailesinin birer kopyasıdır.
Ailenin kopyası olarak tanıdığımız kişiler, kendilerine “Bağlı” (Tethered) adını verirler. Bağlılar, Amerika devletinin insanları kontrol altında tutmak için toplumu klonladığı bir projeden ortaya çıkar. Tıpkı birer kukla gibi asıl insanların davranışlarına ve seçimlerine bağlı hareket ederler. Bir gün kendilerini asıllarından koparmak için yer altından yüzeye çıkarlar.
Bağlılar, asıllarına benziyor olabilir ancak yaşamları birbirlerinin tersidir ve varoluşları sınırlarla ve acılarla doludur. Bağlılar, asıllarına göre daha ilkel ve gelişmemiş olarak tasvir edilir. Filmin açılış sahnesi, tavşanların kafeslerde bulunduğu bir görüntü ile başlar. Bu, Bağlıların yer altı dünyasını simgelemektedir.
Bağlılar için tasvir edilen dünya, tıbbi deneylerde kullanılan hayvanların yaşadıkları acılara benzer bir paralellik gösterir. Bu durum, kafeslere kapatılan tavşan anlatısıyla pekiştirilir.
Yönetmen Peele, Get Out’daki gibi belirli bir toplumsal soruna (ırkçılık) odaklanmak yerine, bu kez tek bir soruna işaret etmez. Toplumun farklı kesimlerindeki eşitsizlik ve adaletsizliklere geniş bir perspektiften bakar. Bu yaklaşım, Us’ı dışlanmışlık ve ayrımcılık gibi konuları evrensel bir boyutta ele almasına yardımcı olur. Böylece tüm azınlık grupların ve savunmasız kesimlerin yaşadığı deneyimlere dikkat çeker.
Bağlılar ve asıl insanlar arasındaki dinamik, toplumda mevcut olan sınıf farklılıklarına dair güçlü bir metafor sunmaktadır. Bağlılar, yer altında sınırlı olanaklara ve özgürlüklere sahipken diğerleri yüzeyde lüks ve konfor içinde yaşamaktadır. Bu derin uçurum, toplumda hizmetlere eşit erişemeyen insanların karşılaştığı adaletsizliği sembolize etmektedir.
Filmdeki en önemli korku unsuru, dışlanmış kesimin aslında toplumun birer kopyası olmasıdır. Bu durum filme sosyolojik bir derinlik sunar. Zulüm edenler ve zulme uğrayanlar, temelde aynı kişilerdir. Dışlanan kimselerin aslında toplumun birer yansıması olduğunu görmek, izleyicilerin düşünce dünyasında önemli bir farkındalık yaratır. Bu farkındalık, önyargıların ve ayrımcılığın köklerini anlama yolunda bir katalizör işlevi görür.
Yazının başında Adelaide’ın çocukken aynalarla dolu bir odada kendisinin kopyasıyla karşılaştığından ve bu olaydan travmatik bir şekilde etkilendiğinden bahsetmiştim. Filmin bir geriye dönüş sahnesinde, Küçük Adelaide’ın anne ve babası, kızlarının konuşmamasından dolayı endişe duyduklarını doktora ifade ederler. Başlangıçta bunun sadece yaşadığı travmadan kaynaklandığını varsayarız. Ancak finalde Bağlı Adelaide’ın, Asıl Adelaide’ın yerine geçtiğini keşfederiz. Ve anlarız ki Bağlı Adelaide konuşmayı bilmediği için konuşamamaktadır.
Günümüzde ise Bağlı Adelaide’nın asıl topluma entegre olduğunu ve sevgi dolu bir aile kurduğunu görmekteyiz. Bu anlatı, damgalanan kesimin fırsat sunulduğunda toplumda yer edinebildiğine işaret eder. Benzer şekilde, Asıl Adelaide, Bağlıların ayaklanmasına liderlik edecek ve isyan başlatacak kadar yer altındaki dünyaya uyum sağlayabilmiştir. Bu da hizmetlere erişmede zorluk yaşayanların suça kolayca yöneldiğini yansıtmaktadır. Bu durum iyi ve kötü arasındaki çizginin belirsiz olduğunu ve toplum ile devletin, insanların hayatlarını şekillendiren koşulları yaratma ve sürdürme sorumluluğunu taşıdığını gösterir.
Dikkat çeken sahnelerden bir diğeri ise Bağlıların el ele tutuşarak zincir oluşturmasıdır. Bu eylem, 1986’da Amerika’da toplumun dayanışma ve yardımlaşma ihtiyacını temsil eden Hands Across America hareketine dayanmaktadır. Hands Across hareketi, Amerikan toplumunda yeterince hizmet alamayan kesimlerin sorunlara değinmeyi amaçlamaktadır [1]. Filmin anlatısında, Bağlıların yer altından çıkması ve el ele tutuşarak zincir oluşturması, toplumun egemen sınıfına karşı direnişin bir ifadesi olur.
Us, sadece korku ve gerilim dolu sürükleyici bir hikâye değil, aynı zamanda derin bir sosyal eleştiri sunmaktadır. Hikâyenin sahip olduğu anlam ve derinlik, izleyicinin düşünsel bir deneyim yaşamasına olanak sağlar. Bir filmi güçlü bir sanat eseri yapan zaten bu özelliği değil midir?
–
[1] https://www.esquire.com/entertainment/movies/a26883876/hands-across-america-us-movie-explained/