43. İstanbul Film Festivali dünya sinemasının en yeni örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler ve genç yeteneklerin son filmlerinin de aralarında olduğu 132 uzun metrajlı ve 12 kısa filmden oluşan zengin bir program sunuyor. Festival, 12 gün boyunca, film gösterimlerinin yanı sıra konuk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla yapılacak söyleşiler, özel gösterimler ve etkinliklerle sinema dolu günler yaşatacak. Fil’m Hafızası ekibi olarak sizler için festivali takip edip filmler hakkında görüşlerimize yer vereceğimiz 43. İstanbul Film Festivali Günlüklerinin dokuzuncusuyla karşınızdayız. Keyifli okumalar.
8×8 (Yön. Kıvanç Sezer, 2023)
Kıvanç Sezer, Babamın Kanatları (2016), Küçük Şeyler (2019) ile sürdürdüğü üçlemesine bir mola vermiş anlaşılan. Zira 8×8 üçlemenin bir halkası değil. İlk filminde alt sınıf, ikinci filminde üst orta sınıf bireye odaklanan Kıvanç Sezer, üçüncü filmde üst sınıfı perdeye yansıtacaktı. Lakin 8×8, bambaşka bir film. Ayrılığın arifesindeki Eda ile Sarp karakterleri, son bir akşam yemeği yiyip birlikte geçirecekleri gece için Airbnb’den gözlerden uzak, deniz kıyısında bir ev tutarlar. Lakin evde buldukları intihara teşebbüs eden Can’ın hayatını kurtarmalarıyla planlar bir takım değişiklikler geçirir. Sezer’in toplumun farklı tabakalarında bulunan insanlara odaklandığı filmlerindense daha kişisel hikâyelere yöneldiği bu filminde her ne kadar onun alışılageldik dokunuşlarını göremesek de arada sınıfsal dokunuşların yine de yapıldığını inkâr edemeyiz. 8×8, bazı sahnelerinde Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki uzun ve derinsel tahlilleri veya Zeki Demirkubuz filmlerindeki erkeğin kadının hayatında hiçleşip tükenmesini akla getiren bir film aynı zamanda. Bu anlamda tek bir yönetmenin dokunuşlarını taşıyan, akıllara hemen Sezer’i getiren bir yapısı yok.
Ada ile Sarp’ın güya bir kurtarıcı gibi Can’ın evine gelerek onun hayatını kurtarmaya çalışmaları ile bitmek üzere olan ilişkilerini kurtarmaları arasında bir paralellik kurulmaya çalışılıyor. Can ise bir yandan çiftin kurtarılmayı bekleyen ilişkilerinin bir metaforuyken bir yandan da ikili arasında var olan ama çoğunlukla halının altına süpürülen sorunları ortaya çıkaran bir turnusol kağıdı görevindedir. Günün sonunda gitmek mi kalmak mı, bağımsız bir ilişki mi bağımlı bir ilişki mi, ölmek mi her şeye rağmen yaşamak mı gibi birçok hayati soruyu heybesinde barındıran 8×8; tüm bu koca koca soruların altından hakkıyla kalkıyor mu emin değilim. Lakin Sezer’in yönetmenlik kumaşına inandığımı ve üçlemesinin son halkasını merakla beklediğimi de belirtmeliyim.
Filmi bugün 13.30’da Kadıköy Sineması’nda izleyebilirsiniz.
Bir Gün 365 Saat (Yön. Eylem Kaftan, 2023)
Birçok başarılı belgesel filme imza atan Eylem Kaftan, yine bir belgesel olan Bir Gün 365 Saat isimli filmiyle 43. Uluslararası İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması filmlerinden biri. Bu yıl Saraybosna Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan belgesel, ülkemizde ise ilk defa 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde görücüye çıkmıştı. Belgesellerinde oldukça önemli, toplumun kanayan yaralarına eğilen Kaftan, Bir Gün 365 Saat’te ise ailelerinden küçük yaşta cinsel istismar ve şiddet gören üç genç kadınla zaman geçiriyor. Özgürlük yolculuklarında bir şekilde yolları kesişen ve yaşadıklarıyla yüzleşebilme, babalarını dava edebilme, yeni bir hayata başlayabilme gücünü birbirlerinden alan Asya, Reyhan ve Leyla’nın hikâyesi seyircinin yüreğinde derin bir sızı bırakıyor. Lakin bu üç genç kadının yaşadıklarını bilmek buna yetiyor. Keza Kaftan filmin hiçbir anında gereksiz ajitasyona, duygusal yükselişlere başvurmuyor.
Kadınların hukuki süreçlerinin filmde oldukça öne çıkması en önemli ayrıntılardan. Zira film, sadece bunları yaşayan bireyler var demekle yetinmeyip, aynı şeyleri yaşayıp da susan, korkan, kendine güvenemeyen birçok insana umut ışığı da oluyor. Kaftan, belgesel ile kurmaca arasındaki belirgin çizgiyi bulanıklaştıran bu yapımıyla ülke sinemasının son yıllarda yükselişe geçen belgesel türüne de yeni bir soluk getiren isimlerden biri oluyor. Bir Gün 365 Saat için tıpkı bir kurmaca filmmişçesine satır satır senaryo yazan yönetmen, yine de bu genç kadınların diyaloglarına filmin hiçbir anında müdahale etmediğini dile getiriyor. Her şeyden öte istismarın hangi türünü yaşarsa yaşasın mücadele etmenin önemini her bir anında hissettiren ulusal yarışmanın bu tek belgeselin ayrıca değerli bir yerde durduğu yadsınamaz.
Filmi bugün 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda veya 27 Nisan Cumartesi 11.00’de Sinematek / Sinema Evi’nde izleyebilirsiniz.
Her Şeyin Açıklaması/ Magyarazat Mindenre/ Explanation For Everything (Yön. Gábor Reisz, 2023)
İç içe geçen paralel hikâyelerden oluşan Her Şeyin Açıklaması, çok katmanlı yapısıyla farklı bir anlatı sunuyor. Film, mezuniyet sınavına giren Abel, sınav kurulu, ailesi ve arkadaşları çerçevesinde gelişen bir haftalık zaman dilimine yayılmakta. Herkesin kendi bakış açısına yer verilen bu hikâyede amaç her şeyin ayrıntısına kadar açıklanması üzerine tasarlanmış. Abel; ailesi, öğretmenleri, Macaristan’ın politik süreci, eğitim sistemi, gazetecilik etiği gibi kavramları bir gencin akademik kariye üzerine inşa eden bu yapım zamansal sıçralamalarla bellek sineması üzerine yeni bir bakış açısı getiriyor.
Liseli bir genç ve onun kaygılarla dolu büyüme hikâyesi, ulusalcı bir aile hayatıyla harmanlanmaktadır. Veli toplantısında babası ve tarih öğretmeni arasında yaşanan gerilim Abel’in siyasi gelişimi hakkında birtakım sorunlar oluşturur. Sınava çalışamadığı için mezun olamayan genç, tarih öğretmenine iftira atar. Yakasında yaşadığı Macaristan bayrağı yüzünden öğretmeninin onu bıraktığını söyler. Bu yalan çok geçmeden fısıltı gazetesine yayılır. Olaylarla hiç alakası olmayan bir muhabir soluğu hemen Abel’in yanında alır. Oldukça sıradan ve basit geçmesi gereken birkaç dakikalık sınav, içinden çıkılması zor bir politik gerilime dönüşür. Sovyetler sonrası Macaristan’ın iç dinamiklerini ılımlı bir tarihsel göndermelerle ele alan Her Şeyin Açıklaması, elinden geldiğince konuya objektif yaklaşmaya çalışmış. Ülkenin hassas geçmişinin vatandaşları üzerindeki yansımalarına birkaç perspektiften yaklaşarak derdini tarafsız bir bölgeden ele alıyor. Tüm bu çatışmanın aslında insanlar arasındaki kutuplaşmadan kaynaklandığını görüyoruz. Oldukça simgesel olarak ele alınan Macaristan bayrağı rozeti, bir anda siyasal krize dönüşüyor. Günümüzün çok uluslu devletlerinin en sık yaşadığı benzer krizler yenilikçi bir anlatı diliyle sunan Gábor Reisz, her şeyi açıklamaya ve orta yol bulmaya çalışıyor.
Evlat Edinme/ Adoption/ Örökbefogadas/ /Yön. Márta Mészáros, 1975)
Berlin Film Festivali’nde yarışan ilk Macaristan filmi olan Evlat Edinme Márta Mészáros’a da Altın Ayı Ödül’ü getiren Macar sineması kapsamında önemli filmlerden biridir. Altın Ayı sahibi olan ilk Macar yönetmen Márta Mészáros, 70’li yılların kadın hareketine ve evlat edinme durumuna toplumsal normları bozguna uğratarak yaklaşıyor. Kırk üç yaşındaki Kata bir fabrikada işçi olarak çalışmaktadır. Evli ve iki çocuk sahibi olduğunu bildiği erkek arkadaşından çocuk yapmak istemektedir. Ancak bu isteğinin tek taraflı oluşu çok geçmeden ikili arasında gerilime dönüşür. Kırsal tek başına yaşan Kata, yakınlarında bulunan bir yetimhaneden kaçan Anna ile tanışır. Henüz on yedi yaşında olan Anna ise ailesine dönmek istemediği için bir yıldır birlikte olduğu gençle evlenmek ister. Birbirlerine kısa sürede bağlanan Anna ve Kata’nın hikayesi bir anda kadın hareketine dönüşür. Bir aileye ihtiyaç duyan ikili her türlü zorluğu birlikte aşmak için mücadele eder.
Film ilk gösterildiği dönemde de büyük bir yankı yaratmıştır. Toplum tarafından kutsal görünen evlilik, evlilik başlığı altında çürüyen mutsuz kadınlar, çocuk yapmak zorunda olan kadınlar ve zoraki yüceltilen annelik gibi kadın bedeni üzerinden yürütülen bu politik ve baskıcı süreç Márta Mészáros sinemasında alışılan tüm kodları sınır dışı ediyor. Kata babasız evlat edinmenin zorluklarına ve eril sistemin tekelinde işleyen bürokrasiye adeta kafa tutuyor. Güçlü kadınların, işçi kadınların görünürülüğünü Orta Avrupa sinemasında deneyimlememizi sağlayan Márta Mészáros, dünya üzerindeki tüm kız kardeşlerine Kata yoluyla umut vadedediyor.
Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek / Singing In Dark Times (Yön: Ethem Özgüven, 2023)
Türkiye 06 Şubat 2023 saat 04.17’de korkunç bir deprem yaşadı. 60 saniyede şehirler yerle bir oldu. İnsanların hayatı geri dönüşü olmayan bir şekilde değişti. Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek yıkılmış bir şehrin; Antakya’nın yasını, hüznünü, direncini ve umudunu müzikle anlatıyor. Hatay Akademi Senfoni Orkestrası’nın yolculuğuna eşlik ediyor.
İşaret edeceğiz yaşananlara. Tarihe not düşeceğiz. Ama asıl önemli olan şey, umudun ışığını yakacağız!”
Antakya… Yıkılan bir şehir aslında bir şehirden çok daha fazlası. Binaları, sokakları, anıları enkazın altında gömüldükten sonra belki de geriye sadece şehrin özü kalır. Belki bir şiir, söz, dize bir melodi tüm yıkıntılar arasından umudu ortaya çıkarır. Hatay Akademi Senfoni Orkestrası bu amaçla yola koyuldu. Müziğin iyileştirici gücünü kullanarak hem kendi yaralarını sarmak hem de yıkılan bir şehrin anısını yaşatmak ve yeniden inşa etme gücünü bulmak için kullanıyor. Felaketin küllerinden birbirlerinin ellerinden tutarak bir dayanışma senfonisi yaratıyor.
Bir yıl geride kaldı. Yaraların hiçbiri sarılmadı belki de ama Hatay Akademi Senfoni Orkestrası müziklerine tutunmaktan ve onu paylaşmaktan hiç vazgeçmediler. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında konserler verdiler. Hem iyileşmeye çabaladılar hem de iyileştirmeye…
Belgeselde orkestranın provalarından, konserlerinden, yolculuklarından kesitler görüyoruz. Güzel Antakya’nın depremden sonraki halini görüyoruz. Kayıplarımıza orkestradikilerle birlikte sarılıyoruz ve onların enstürmanlarından çıkan her nota ile hem hatırlıyoruz hem de iyileşmek için yol alıyoruz.
“Bugün dönüştürmek için hep beraber imdat frenine asılmamız gereken, durdurmamız gereken trendir içinde olduğumuz. Hataylı sanatçılar bunu için dayanışıyor. Bir yıl geride kaldı ve onlar acılarımızı katlanılabilir, dayanılabilir bir şeye dönüştürdüler. Onlar olmasa bu acıya dayanılmazdı.”
Karanlık Zamanlarda Şarkı Söylemek bir dayanışma belgeseli. Adı gibi tüm karanlık zamanlarda şarkı söyleme gücü ve ümidi veriyor seyircisine. Geri döneceğiz Hatay diyor. Müzikle, umutla, inatla yeniden ayağa kalkacağız.