Yeşilçam’da, toplumsal gerçekçi ve politik sinemanın en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen senarist ve yönetmen Şerif Gören, 8 Aralık 2024’te aramızdan ayrıldı. Gören, kırk yılı aşkın sanat hayatı boyunca ürettiği eserlerle, çoğunlukla ülkemizdeki siyasal ve sosyal yaralara sınıfsal bir bakış açısıyla değinerek işçilerin, köylülerin, zor durumdaki kadınların, kısacası ötekilerin sesi oldu.
Yönetmen, çektiği arabesk ve aşk filmlerinde bile işçilerin, köylülerin, yoksulların sorunlarına ve zengin-yoksul arasındaki gelir adaletsizliğine değinerek toplumsal mesajlar vermiştir. Gören’in eserlerinin en takdir edilmesi gereken özelliklerden birisi de filmlerin, tam olarak hikâyelerinin geçtiği -ya da çok benzer- bölgede ve gerçek mekânlarda çekilmiş olmalarıdır. Bir diğer önemli özellik ise kostümlerin, oyuncuların makyajlarının ve görünümlerinin son derece gerçekçi ve doğal olmasıdır.
Bu listede, Gören’in gerçekçi sinema akımına dahil edilebilecek ve görmezden gelinen kesimlerin sorunlarını işlediği, “toplumsal gerçekçi sinema” kategorisinde yer aldığını düşündüğüm filmleri yer almaktadır. Bu filmlerinde, böylesine cesur konuları ele alması, çizgisinden ve ideallerinden ödün vermemesi nedeniyle Gören, sinema tarihimizin en önemli sayfalarında yerini almıştır. Sinema kariyerine belgesel, dizi ve 40’tan fazla film sığdıran usta ve cefakâr yönetmenin yedi filminden oluşan bu liste vesilesiyle, hem onu anmak hem de yedi filmini hafızalarımızda tazeleme fırsatını değerlendirmek istedim. Keyifli okumalar.
Yol (1982)
Yol, Şerif Gören’in sinema kariyerinin kilometre taşlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Gören, filmin yönetmenliğini, Yılmaz Güney ile beraber üstlenmiştir. Çekim sırasında cezaevinde olan Güney, aynı zamanda filmin senaryosunu da yazmıştır. Çekimler, hem kış şartları hem de “devletsel” faktörler nedeniyle büyük zorluklar içinde gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin Uluslararası Cannes Film Festivali’nde ödül alan ilk filmi Yol’dur. Daha çarpıcı olanı ise ülkemizin, yirmi bir yıl boyunca bir daha Cannes’da ödül alamamış olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Yol bir kez daha dikkatleri çekmektedir.
Yol, yarı açık cezaevindeki beş mahkûmun, bayram dolayısıyla çıkabildikleri bir haftalık izinlerinde başlarına gelenleri işler. Mahkûmlar, dışarı çıkmalarına sevinirken maalesef çok geçmeden “dışarının aslında içeriden pek de farklı olmadığı gerçeğinin” sert bir şekilde yüzlerine çarpılmasına şahit olacaklardır. Film boyunca, beş mahkûmun yaşadığı olaylar izlenirken, içeride hapishane yönetimi ve 12 Eylül cuntasının; dışarıda ise yine cunta, gelenekler, töre, etnik ayrımcılık ve yoksulluğun baskısı izleyiciye her an hissettirilmektedir. Yol, gerçekçi makyajı ve kostümlerinin yanı sıra inandırıcı ve doğal oyunculukları yönünden de dikkatleri çekmiştir. Tarık Akan, Şerif Sezer, Necmettin Çobanoğlu ve Halil Ergün’ün bu filmdeki oyunculukları, unutulmazlar roller arasında yerini almıştır.
Almanya Acı Vatan (1979)
Almanya, 1970’lerdeki kadar olmasa da hâlâ ülkemizden göç almaya devam etmektedir. O yüzdendir ki Almanya’ya göç edenlerin hikâyeleri, ülkemizde sanatın hemen her dalında kendine büyük yer edinmiştir. Bunlardan biri olan Almanya Acı Vatan’da Şerif Gören, esas olarak işçilerin yaşadığı sıkıntılara değinirken diğer yandan kadın olmanın zorluklarını da anlatır. Film, ayrıca ülkemizin gelenekçi ve ataerkil yapısının, Almanya’da olunsa bile kadınların peşini bırakmayacağını işlemesi açısından da önemlidir.
Almanya’ya gitmeyi hayal eden Mahmut, orada işçi olarak çalışan ve izninde köyüne gelmiş olan Güldane ile formalite bir evlilik yapar ve onunla beraber Almanya’ya giderek hayalini gerçekleştirir. Zamanla Mahmut ve Güldane birbirlerine yakınlaşırlar fakat Mahmut, Güldane’nin hayatında giderek sadece baskıcı bir koca olarak yer almaya başlar. Filmde, Güldane ve diğer işçiler üzerinden, bir yandan Türklerin uğradığı ayrımcılığa diğer yandan da kapitalist üretimin işçilerde yarattığı tahribatlara -hatta işçilerin neredeyse birer robota dönüşmesine- tanık olunur. Senaryonun Zehra Tan tarafından yazılmış olması, filmin kadın sorunlarını bu denli gerçekçi, detaylı ve başarılı bir şekilde işlemesini daha anlaşılır kılmaktadır.
Tomruk (1982)
Kürşat Çavuş ve Deliormanlı Ali çocukluklarından beri canciğer iki arkadaştır. İkisi de ormanda odun keserek ve kestikleri odunları Dalaman Çayına atarak taşıyan işçilerdir. Ali, odunları kamyonlarla taşıyan taşıyıcılar kooperatifinin başı Mehmet Ali’nin kızı Gülçiçek’i sevmektedir. Bir gün Kürşat, arkadaşı Ali’nin teklifi ile Gülçiçek’i kaçırır. Zaten Kürşat’a gizliden gizliye âşık olan Gülçiçek ile Kürşat arasında bir yakınlaşma başlar. Bu yönüyle Tomruk, ilk bakışta içinde sadece bir aşk üçgeni barındıran, sıradan bir aşk filmi izlenimi verebilir. Ama aslında öyle değildir. Belki aşk üçgeninin ve özellikle de kullanılan afişin, filmin reklam kısmını oluşturduğu kabul edilebilir. Tomruk esasında, amansız doğanın ve tomrukların başrollerden biri olduğu, insan-doğa çatışmasının da işlendiği bir filmdir. Buna ek olarak, işçilerin zor şartlar altında çalışmaları, geçim sıkıntıları, tekelleşmiş taşıyıcılar kooperatifinin işçilere karşı acımasız ve kâr odaklı tutumu da ele alınan diğer önemli konular arasındadır.
Filmin başarılı görselleri, 1983 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Orhan Oğuz’a “En İyi Görüntü Yönetmeni” ödülünü kazandırmıştır. Ayrıca Cahit Berkay’ın etkileyici müziğinin de filmin başarısında büyük payı olmuştur.
Derman (1983)
İzlerken o şiddetli soğuğu ve karı, iliklere kadar -en çok- hissettiren bir Şerif Gören filmi daha: Derman. Oyuncuların, yönetmenin, tüm ekibin zorlu kış şartlarında büyük emek harcayarak çektiği belli olan film, emeklerin boşa gitmediğini kanıtlayan bir başarıya imza atar ve ebe Mürvet ile kanun kaçağı Şehmuz’un, Ağrı’nın bir köyünde kesişen hikâyesini anlatır. Filmin adı, Mürvet ebenin birçok derde çare olduğunu gören köylülerin ona “Derman” ismini takmasından gelmektedir. Bu yönüyle oldukça manalı bir isme sahip olan filmde, Mürvet’in gözünden ülkemizin doğu ve batı bölgeleri arasında var olan ekonomik ve kültürel farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Fakat filmde asıl olarak, Mürvet’in daha önce hiç bilmediği bir dünyadan, kültürden olan insanları anlama ve onlarla arkadaş olma isteğine tanıklık edilir.
Kanun kaçağı Şehmuz, insanlardan uzak bir yaşam sürmesi gerektiği hâlde, yiyecek, gaz ve yakacak ihtiyacı gibi konularda köylülere ve Mürvet’e yardım eder. Doğum sancıları başlayan Bahar gelini hastaneye ulaştırmakta yine en büyük yardımı Şehmuz yapar. Metrelerce yükseklikteki kar ve tipide yürüyerek yol almaya çalıştıkları sahneler, filmin en çarpıcı bölümlerini oluşturur. Ayrıca, Yeni Türkü’nün başarılı müzikleri uzun süre hafızalarda yer etmiştir. Tarık Akan’ın, Şehmuz rolündeki etkili oyunculuğu ile âdeta devleştiğini de eklemek gerekir.
Kurbağalar (1985)
Edirne’de sebze ve kurbağa toplayarak geçimini sağlamaya çalışan dul ve çocuklu Elmas’ın hikâyesine odaklanan Kurbağalar, Şerif Gören’in süresi hayli uzun filmlerinden biridir. Buna rağmen, gerçekçi konusu ve etkileyici görüntüleri sayesinde izleyiciyi sıkmadan kendini izlettiren başarılı bir yapımdır. Filmde, özellikle de kurbağa toplayıcılarının, gecenin karanlığında, uykularını alamadıkları için gözleri hâlâ şiş hâldeyken, neredeyse bel hizalarına kadar suya girip çıplak elleriyle kurbağa topladıkları belgesel gerçekçiliğindeki o görüntüler; pek çok izleyicinin hafızasında kalıcı yer edinen sahnelerdendir. Bir diğer çarpıcı kısım ise Elmas’ı canlandıran Hülya Koçyiğit’in, kurbağa sahnelerinde dublör kullanmayıp gerçekten kendi elleriyle kurbağaları toplamasıdır.
Ülkemizde, ana karakteri bir kadın –üstelik güçlü- olan nadir filmlerin arasında yer alan Kurbağalar’ın el üstünde tutulması gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü Elmas, filmde yalnızca dul ve kadın değil aynı zamanda yoksul bir köylü ve işçi olduğu için de çok yönlü anlatıma sahip bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Elmas, bu dört kimlik üzerinden yoksulluğa, kıskançlıklara, gericiliğe karşı ayrı ayrı mücadele edip direniş göstermekte ve yaşadığı onca sorun karşısında dik durarak yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu da filmi, etkileyici ve başarılı kılan en önemli özelliklerden biridir.
Yılanların Öcü (1985)
Yılanların Öcü, ülkemizde köy hayatını başarıyla yansıtan filmler içinde akla ilk gelenler arasında yer almaktadır. Fakir Baykurt’un aynı adlı romanı, ilk kez Metin Erksan tarafından sinemaya uyarlanmış; bundan 23 yıl sonra, ikinci kez Şerif Gören tarafından filme alınmıştır. Gören’in filminde, ilk uyarlamadaki sansürlü kısımlar da yer almaktadır.
Bu film de Gören’in diğer pek çok filmi gibi, doğal, gerçekçi makyaj ve kostümleriyle dikkat çekerken, asıl olarak oyuncuların etkileyici ve başarılı performanslarıyla büyük beğeni toplamıştır. Film, kendi hâlinde bir çiftçi olan Kara Bayram’ın evinin önüne bir komşusunun ev yapmak istemesinden sonra yaşanan anlaşmazlıklar ve çatışmaları işlemektedir. Filmde bu çatışmalar aracılığıyla, insan evladının ne kadar çıkarcı ve bencil olabileceği gözler önüne serilirken buna ek olarak padişahtan daha padişah kesilen ama güçlünün yanında ise ikiyüzlülük yapan insanlara da huzursuz edici şekilde tanık olunmaktadır. Bayram’a ve ailesine yapılan haksızlıklar ile işkence sahneleri, filmin en iç burkan bölümleri arasında yer almaktadır. Filmin müziğini oluşturan Arif Sağ’ın türküsünde geçen “Sözde ben bir insan olmaya geldim.” cümlesinin ise bu çarpıcı filmin konusunu tam olarak yansıttığını düşünmekteyim.
Katırcılar (1987)
Yine zorlu kış şartlarında çekilmiş başarılı bir Şerif Gören filmi daha: Katırcılar. Öyle ki çekimler sırasında bazı oyuncular ve set çalışanları donma tehlikesi geçirmiş, bazılarının vücutlarında ise soğuktan dolayı yaralar oluşmuştur. Film gösterime girdikten sonra bu durumlar çeşitli röportajlarda dile getirilmiştir. Duygusal ve dramatik sahnelerin yoğun olduğu bu filmde, Gören’in diğer filmlerinde olduğu gibi, ülkemizin doğu ve batı bölgeleri arasındaki mesafenin yalnızca kilometrelerle sınırlı olmadığı mesajı verilmektedir. Film, kaçakçılık yapan üç katırcının yargılanmak üzere jandarma eşliğinde şehre götürülmesini konu alır. Bu yolculuğa gazeteci Ayşegül de eşlik eder. Bu yönüyle yönetmen, ülkemizin üç farklı kesimini -doğulu köylüler, askerler ve batılı bir kadın gazeteci- bir araya getirerek anlamlı bir panorama sunmuştur.
Katırcılar filmine ilk bakıldığında, insanın zorlu ve amansız doğa ile mücadelesi, ana konu olarak görünmektedir. Ancak film, buna ek olarak, katırcıların neden kaçakçılık yapmak zorunda kaldıklarını bazen alt metinler aracılığıyla, kimi zaman da duygusal sahnelerle ince bir şekilde işlemiştir. Ayrıca çekildiği dönemdeki teknik koşullar ve kış şartları göz önüne alındığında Katırcılar’ın Şerif Gören’in diğer pek çok filmi gibi zoru başarmış sayılı yerli filmlerimizden biri olduğu aşikârdır.