Aşk acısını size anlatacak birçok afili cümle kurabilir, yakışıklı benzetmeler yapabilirim artık. Artık diyorum, çünkü ben de yeni tattım da ondan.
Mahir Ünsal Eriş’in Olduğu Kadar Güzeldik isimli kitabında yer alan hikâyelerden biri olarak sinemaya uyarlanan Benim Adım Feridun (2016), yönetmenliğini Çağan Irmak’ın yaptığı, başrollerini ise Halil Sezai Paracıkoğlu ve Büşra Pekin’in paylaştığı, kendi adıma bu yılın en merakla beklediğim filmlerinden biriydi. Tam da bu noktada, en son söylenmesi gerekeni en başta söyleyeceğim: Maalesef Çağan Irmak bu sefer bana sinemasal bir doygunluk yaşatmayı başaramadı.
Film, Ersan (Halil Sezai Paracıkoğlu) isimli bir adamın sevgilisinden ayrıldığı sahne ile izleyenlerine kapılarını açtığında, aslında ilerleyen dakikalar için de büyük bir umut vadediyordu. Ancak Ersan’ın yaşadığı bu acı ayrılık sonrası, herkes gibi kendini en iyi hissedeceğini düşündüğü anne evine geri dönmesiyle birlikte başlayan hikâyedeki değişim, adeta bir anda kabuk değiştirmekte. Ersan’ın yolunun, Erdek’e düşmesi ve burada tanımadığı insanların düğününde kendini bulmasıysa filmin ivmesini bambaşka bir yere kaydırıyor. O artık aşk acısını kısımlara ayıran bir adam olmaktan ziyade, kendini hayatın akışına bırakan ve benzetildiği Feridun kimliğine bürünmek zorunda kalan biridir.
Yönetmenliğini yaptığı Benim Adım Feridun için söylenmesi elzem olan nokta, Çağan Irmak’ın filmde adeta tanınmaz bir performansla karşımıza çıkması. Onun sıcak, naif ve melodram tadında ilerleyen hikâyelerinden birini izlemek için sinemanın yolunu tutarken, böylesine birbirinden kopuk hikâyeciklerin yer aldığı ve ne anlatılmak istediğine karar verilememiş bir film açıkçası beklemiyordum. Esasen daha ilk dakikalarda yer alan ayrılık sekansından sonra, film ile ilgili ümitlerim oldukça kuvvetlenmişti. Ancak ne zaman ki Ersan karakteri, Feridun’a dönüştü ve Erdek’teki o düğünün ortasında kendini buldu, o zaman film, vadettiği kendine has ayrılık acısı tasvirinden, tekdüze ilerleyen, sıkıcı bir düğün kaseti moduna evirildi.
Hikâye; aşk acısı çeken, bu yüzden kendini yollara vuran ve hiç tanımadığı insanların düğününe bir bira içmek için giren Ersan’ın yaşadıklarını ve yaşayacaklarını anlatırken, onun bir anda yanlışlıkla Feridun sanılmasıyla adeta kimlik değiştiriyor. Bu dakikadan sonra hikâyenin birincil önceliği Ersan olmaktan çıkıyor. Artık film bizi, onun yanlışlıkla dâhil olduğu düğün sahiplerinin, kendi dertlerinin ortasına bırakıyor. Artık Ersan o insanlar için Feridun’dur ve en başta da o kendisini tanımak zorundadır. Bu noktada Feridun’un uzun uzadıya devam eden hayat hikâyesi ve birbirinin tamamen tezadı olan iki ailenin bitmek bilmeyen iç savaş hâli ise, filmin seyir zevkini oldukça aşağılara çekmekte.
Benim Adım Feridun, üç ana hikâyeciğin etrafında yolunu bulmaya çalışırken, esas oğlanın Ersan olduğunu unutmamak için çaba sarf etse de ne yazık ki bunu yeterli seviyede başaramıyor. Ersan’ın, Feridun’a dönüşümü ve daha da ötesinde onun kendi içinde yaşadığı karakter değişimi resmedilmeye çalışılırken, diğer hikâyelerin filmin bütününde oldukça büyük ve gereksiz yer kaplaması Ersan’ın yaşadıklarını deyim yerindeyse adeta plastik bir yapıya büründürüyor.
Filmi bu noktada diri tutanın ise oyunculuklar olduğunu söylemekte yarar var. Keza Çağan Irmak’ın filmografisine şöyle dönüp baktığımızda, onun oyuncu seçimi ve yönetimi konusunda ne kadar başarılı bir özgeçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Belki bu filmin özelinde onun yönetmenlik performansını sorgulayabiliriz ancak oyuncu yönetimi açısından yine çıtayı çok yükseklere koyduğunu söylemekte de fayda var. Özellikle, sanal ortamda çokça eleştiriye maruz kalan Büşra Pekin’in filmin yıldızlarının başında yer aldığını dile getirmeliyiz. Onun, zeki ve güçlü kadın profili, adeta yolundan sapmak için çaba gösteren hikâyeyi toparlayan bir katalizör görevini üstlenmekte. Nitekim filmin ağır topları olan Tarık Pabuççuoğlu, Suzan Aksoy ve Defne Yalnız’ın ise özellikle filmin mizah tarafına birçok artı kattığı aşikâr. Son yılların en nevi şahsına münhasır isimlerinden Halil Sezai Paracıkoğlu ise, İncir Reçeli serisi ile tecrübe ettiği sinema oyunculuğunu, Benim Adım Feridun ile bir tık yukarılara taşıyor. Keza kendi içerisinden böylesine büyük sorunlar barındıran bir film yapısı içerisinde dahi, üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor.
Çağan Irmak’ın Benim Adım Feridun ile yarattığı dünyanın gizli başrollerinden biri ise Erdek. Tüm çocuk yıllarının yaz aylarını Erdek’te geçirmiş biri olarak, kendi adıma o sokakları beyazperdede görmek benim için çok özel anları temsil ediyordu. Bu noktada dikkat çekmek istediğim konu ise Çağan Irmak’ın, bölge insanını doğru analiz etmiş olması. Coğrafi olarak tam da Ege ve Marmara’nın arasında kalan Erdek’in insanları, ne Egeliler kadar sıcaktır ne de Marmara’da yaşayanlar kadar soğuk. Adeta arada kalmışlığın resmi olan Erdeklilerin gerçeğe olabildiğince yakın şekilde sinemaya aktarılması ise, şüphesiz Çağan Irmak’ın gözlem yeteneğinin bir sonucu. Evet, filmde gördüğünüz deli dolu insanlar, gerçekten Erdek sokaklarında dolaşması kuvvetle muhtemel kişilerin temsilcileri.
Peki, Çağan Irmak oyuncu yönetimi konusunda böylesine ileri düzeyde olmasına ve gözlem yeteneğini her zaman ki gibi konuşturmasına rağmen filmin bütünü hakkında neden olumlu konuşamıyoruz? Esasen bu noktada onun sinemasından alıştığımız parametrelerin hiçbirini Benim Adım Feridun’da göremeyişimiz, film hakkında olumsuz çıkarımlar yapmamıza sebebiyet veriyor. Çağan Irmak sineması dendiğinde, akla ilk gelen samimiyet olgusuna film içinde rastlamamız neredeyse mümkün değil. Ersan’ın yaşadığı aşk acısı, Erdek’te başına gelenler adeta yapay bir gerçekliğin vuku bulmuş hâli olarak karşımıza çıkıyor. Keza yine Çağan Irmak sinemasından alıştığımız dinamizmin en ufak bir parçasına rastlamayışımız, aksine filmin Feridun’un hikâyesine gereksizce saplanıp kalması filmi tekdüze bir yapı içine sokuyor. Tüm bu olumsuzlukları birleştirdiğimizde ise Benim Adım Feridun, Çağan Irmak’ın değil de ilk kez yönetmen koltuğuna oturan ve ne yapacağını şaşırmış bir ismin çektiği film izlenimi uyandırıyor.
Benim Adım Feridun, umut vadeden başlangıcının ardından, ne anlatacağına karar veremeyen, zaman zaman devreye giren mizah sosuyla izleyicisini filmin içerisinde tutmaya çalışan ancak bunu büyük ölçüde başaramayan bir film. Büşra Pekin ve Halil Sezai’nin uyumu ve Erdek’in kendine has atmosferiyle öne çıkan yapım, üzülerek söylemeliyim ki Çağan Irmak filmografisinin zayıf filmlerinden biri olarak dikkat çekiyor.