Emre Erdoğdu’nun yazıp yönettiği Kar (2017) filmini mutlaka izlemeli, Müzeyyen’i tanımalısınız. Müzeyyen hakkında uzun uzun konuşmalıyız. Filmin kahramanı Müzeyyen (Hazar Ergüçlü) öylesine güzel işlenmiş, öylesine güçlü ve derin ki etkisinden hiçbirimiz çıkamayacağız. Ne zaman ona baksak, kaynaklarını bize bıkmadan sunan vakur biri olarak hep bizi kapsayacak Müzeyyen.
Müzeyyen, derslerle ve okulla ilgisi olmayan lise son sınıf öğrencisi bir genç kız. Kendisine yakın hayatlar yaşayan bir arkadaş grubu var. Kendisi gibi derken herkes aynı babasızlığa sahip anlamında değil. Tümüyle aynı nedenlere sahip olmasalar da aynı sonuçların birleştirdiği bir ortaklıkları var. Müzeyyen’in okul bahçesinde sigara içerken yakalandığı öğretmenden korkusu yok. Eve geç gittiğinde onu merak edip arayacak bir annesi (Fulya Aksular) yok. Annesi var olmasına var ama kızı ile bir ilgisi yok. Bir babası (A. Cüneyt Yalaz) var ama babalığını üstlenmek istemiyor. Müzeyyen onu çevreleyen tüm bu zor koşulların içinde yaşıyor. Güçlü ve öfkeli biri. Kendini bir erkeğin kanatları altına sığınarak koruyacak biri değil asla. O yüzden Hazerhan (Halil Babür), Müzeyyen’in kız arkadaşı olduğunu insanlara her fırsatta göstermekten geri durmazken Müzeyyen, sevgili olup olmadıkları direkt sorulduğunda bile “…Bilmem öyle her hâlde…” diye cevaplıyor üzerinde çok durmadan… Cevapları olan biri Müzeyyen, cevaplar veren biri. Hazerhan’ın talebini duyup onunla sevişiyor mesela, kendi isteğinin ne olduğuna hiç bakmadan. Üstelik bunu onunla sevişmesinin diyeti olarak sulu zırtlak bir hava yaratmadan yapıyor. Kadınlığını silah olarak kullanmıyor Müzeyyen.
Bir gün Müzeyyen’e babalık etmek istemeyen adamın babalık ettiği başka biri, kardeşi; ansızın kapısını çalar. Akşam eve gelen Müzeyyen, o güne kadar hiç görmediği erkek kardeşi Ali’yle (Ozan Uygun) karşılaşır. Ali’yi evden kovar. Müzeyyen’i anlayan izleyici bunun nedenini sormaz diye düşünüyorum çünkü Müzeyyen’i dikkatle takip eden izleyici bilir ki, onun kimseye ihtiyacı olmadığını insanlara sık sık göstermesi gerekir. Hele de babasından gelen böyle güçlü bir şeye. Üstelik gelmesi gereken kişi babasıyken! Ali kovulmasına rağmen, Bolu’ya dönmek yerine kalıp yeniden konuşmayı dener. Birkaç deneme sonunda bunu başarır. Müzeyyen Ali ile konuşur. Konuşma bittiğinde, akşama kadar terminalde tek başına otobüsünü beklemesi gereken Ali’yi yalnız bırakmak istemez Müzeyyen, onu arkadaşlarının yanına götürür. Ali o akşam geri dönmez. O akşamı takip eden akşamlarda da… Günler ardı ardına geçerken Ali ve Müzeyyen birbirini tanıma fırsatını yakalar. Zaman geçtikçe Ali herkese kendini sevdirir. Müzeyyen “takıldıkları” bir gecenin sonunda Hazerhan’la kalmak yerine kardeşiyle eve döner. Sabah ona kahvaltı hazırlar. Beraber eve gittikleri başka bir gün babalarının, evin önünde arabada beklediğini görürler. Adam çocukları için değil sadece Ali için oradadır. Ali’yi alıp Müzeyyen’i görmezden gelerek oradan ayrılır. Müzeyyen bu karşılaşmada babasına karşı hiçbir yönelimde bulunmaz. Eve gider. Babasıyla birlikte giden Ali ise, yolda onunla tartışıp Müzeyyen’in yanına geri döner. Ta ki gideceği nedeni kendi yarattığı o trajik gecenin sabahına kadar.
İki kişinin sadece kardeş olduğu bilgisi, o bağ daha öncesinde hiç kurulmamışsa, kardeş olmak için yeterli midir? Yaşanan olayda, sadece bu iki kişiyi suçlayıp kapılarımızı kapatabilir miyiz onlara, böyle düşünmek yeter mi dersiniz? Müzeyyen Ali ile kafaları güzelken, ona yöneltilen isteğe yine cevap vermiş ona kör bu arzuya karşı koymamıştır. Müzeyyen dile getirmese de biz biliyoruz ki örselenmiş bir ruhun beden savunması olmaz. Reddedilmenin, terk edilmenin mekânıdır beden. Müzeyyen’i buna karşı direnmediği için suçlayabilir miyiz? Müzeyyen kadınlığı bir silah olarak kullanmasa da kadınlığı ona birçok kez silah olarak doğrultulmamış mıdır? Öyle ki annesi tarafından da mesela! O trajik gecenin sabahına uyanan Müzeyyen, gözlerini yeni güne henüz açmışken, bakışları hep aynı kâbusa uyanır gibi değil midir?
Yönetmen Emre Erdoğdu, kardeş olmalarının gereğini yerine getiremeyen bu iki kişiyi, onları çevreleyen koşulları tüm olağanlığı ile aktarıyor izleyiciye. İşini öyle güzel yapıyor ki, biz de bu trajedide ortada olmayan herkesi ve her şeyi açıklıkla görebiliyoruz böylece. Müzeyyen, sorularını kimseye yöneltmiyor, sadece bekledikleri cevapları veriyor onlara. Soruları sormayı bize bırakıyor sanki…
Kar filmi, karanlık atmosferi ve parçalanmış karakterleriyle zor hayatlar yaşayan bu insanları bize resmederek, önemli bir umut kaynağı oluyor aynı zamanda. Kadına dair bir umut bu! Film hakkında yazmamı sağlayan şey tam da bu sanırım. Kadın dünyasını içten kavrayan bu etkili bakış. Kar filmi birçok anlamı ile önemli bir film, ama en çok, anlamanın kadın hali ya da erkek hali prangasından bizi kurtardığı için önemli. Müzeyyen terk edilmiş bir kadınlık hissinin içinde yapayalnız. Ama aslında yalnız değil! Babalarımız bizi terk etmiş olsun ya da olmasın, hayatlarımızda terk edilmiş bir kadınlık halinin içinde hissetme yükünü hepimiz biliyoruz. Film bizden, omuzlarımızdaki bu yükün kendine düşen payını alıyor. Yenilenecek gücü bulacak kadar anlaşıldığımızı hissettiriyor bize.
Ali için huzur kar kaplı bir fotoğraf. Antalya’ya ise hiç kar yağmıyor. Müzeyyen şehri karşısına alıp ona bakıyor film biterken. Huzurun bir fotoğraftan ibaret olmadığını biliyor, bilmemizi istiyor.
Mevlüde Karataş