“Bu filmi izlemeliyim!” Bir fragman size bunu içtenlikle söyletebiliyorsa, kafanızda hiç şüphe bırakmadan bu hisse kapılıyor; hisse kapılmaktan da öte buna ikna oluyorsanız bu, onun iyi bir fragman olduğunu gösterir, filmin iyi olduğunu değil. The Fall’u (2006) izlemedim ama kesinlikle izlemeliyim. Sahne sahne ele almaya çalışalım:
Fragman, her ne kadar bir filmin parçalarından meydana gelmiş görüntülerden oluşsa da kendi içinde bir anlatıdır sonuçta. Ters ışıkta bir atın şahlandığını görmek “İşte başlıyoruz!” dedirtiyor. Ve her sahne bize filmi merak ettiren ögelerle dolu olmak zorunda sanki: “Çocuk düşüyor mu ne?”
Ardından hikâyenin geçtiği mekâna dışarıdan kısa bir göz attıktan sonra içeriye geçiyoruz. Bir çocuk var. Elinde gizemli bir nesne tutuyor. Ancak sahnenin vurucu kısmı ışık ve gölge dağılımında; sıradan bir film olmadığını gösteren ışıklandırma. Gölgeler sayesinde dikeyde ve yatayda oluşan eksenlerin sahneyi bir tabloya çevirdiğini söyleyecek olursak kadrajın merkezindeki haç, tabloya Orta Çağ havası katıyor.
Bir anahtar deliği görüyoruz. İçinden yine ışığın süzüldüğü bu anahtar deliği çocukla beraber düşünüldüğünde akla hemen “merak” geliyor. Gizlice içine bakılan odalar, dünyalar, hikâyeler… Ve artık hikâyenin masalsı tarafı bize açılıyor. Duvara yansıyan dışarıdaki görüntünün ters gölgesi bize fotoğrafın ana ilkelerinden birini, gözün görme biçiminden bir aşamayı, doğal olarak kamerayı ve izlediğimizin bir film olduğunu hatırlatıyor. Kapı açılıyor; anahtar deliğinden geçerek duvara ters gölgesini düşürdüğü görüntünün gerçeğini görüyoruz. Masal dünyasından bir görüntüdür karşılaştığımız ancak fragman optik fiziğin kanunlarını önceden bize hatırlatması ile bizi bir ironinin ortasına bırakıveriyor.
Fragman kendi başına bir anlatıydı demiştik ya, işte bunu bir kez daha kanıtlarcasına bize klasik anlatının kurallarını takip ederek karakterleri tanıtıyor: Bir Hintli, bir eski köle, bir patlayıcı uzmanı, Charles Darwin ve maskeli haydut. Hepsinin ortak bir düşmanı var: Vali Odious. Patlayıcı uzmanının alevli kostümü, Charles Darwin’in şatafatlı kürkü onlar hakkında fikir sahibi olmamızda yardımcı oluyorlar.
Bu noktaya kadar zaten sürreal bir anlatımın içinde olduğumuzu anlıyoruz. Ancak daha belirgin sembollerin sürreal anlatımı güçlendirmesi gerekli. Dolayısıyla Dali’nin çalışmalarına referanslarla karşılaşmaya başlıyoruz. Filmin renginde çöl sarısı baskın olmak üzere küçük kırmızı noktaların belirli nesnelerde kullanılması böyle bir tercihi akla getiriyor. Hem filmin renkleri hem de fragmandaki hükümdar olduğunu düşündüğümüz karakterin gülümseyişi ile ortaya çıkan geçiş Dali’nin “Ballerina in a Death’s Head” çalışmasını hatırlatıyor. Ayrıca filmin afişinde, masalın içindeki çocukta ve süvarideki maskede yine Dali’nin “Mae West’s Room” adlı çalışmasının yansımaları görülebilir. Son bir tablo örneği olarak bir an gördüğümüz merdivenlerin M. C. Escher’in sanatsal illüzyonlarını hatırlattığı söylenebilir.
Fragmanda aralara serpiştirilmiş birkaç sembolden daha bahsederek bitirelim. İçi içe akan iki, belki daha fazla hikâyede eş zamanlı yaşanan olaylara tanıklık ediliyor. Anlatıcının hikâyeyi anlattığı küçük kızın ilaca ulaşması ile masalın içindeki kadının hayduta verdiği şişenin gizemi art arda gelişirken, bir detay göze çarpıyor. Kadın omzundaki masumiyet güvercinini kovaladığında o masumiyetini kaybetmiş gibi bir izlenimle biz, şişede bir tür zehir olduğunu düşünüyoruz. Ardından anlatıcı hasta adam ve hikâyenin kahramanlarını birer birer ölürken görüyoruz. Anlatıcı ruhunun çalınmaya çalışılmasından bahsederken bir kelebek uçuyor, Darwin ile maymunun parmakları arasından.
İzlemesi, takip etmesi ve yakalaması zor bir film olacağa benziyor. İyi seyirler…
[tooplay file=”https://filmhafizasi.ams3.digitaloceanspaces.com/The-Fall-trailer.mp4″ type=”mp4″]
The fall hiç bu kadar kötü anlatılmamıştır. Dikkate almayın ama izlemeden de geçmeyin.u
Fragman anlatmak da ne gereksizmiş. Filmin tamamını izleyip kritiğini yazın bence.