Her çağrı, bir serüvenin ve yolculuğun ilk eşiğidir. Eşiğin ötesinde insanı neyin beklediği bilinmez; ancak bu bilinmezlikteki korkuya eşlik eden dayanılmaz merak duygusu ve çağrının cazibesi, bugüne değin her öykünün başlangıç adımı olmuştur. Nitekim insan boyu otlarla kaplı bir tarlanın kenarından geçerken ansızın küçük bir çocuğun yardım çığlıklarını duyan Becky (Laysla De Oliveira) ve kardeşi Cal (Avery Whitted) da aynı çağrıya uyarak eşikten adımlarını atarlar. Tarlada kaybolduğunu ve anayola ulaşamadığını söyleyen çocuğun sesi fazla uzakta değildir; dolayısıyla iki kardeş, kısa sürede ona ulaşıp yollarına devam etmek ister. Ancak tarlada ilerledikçe ters giden bir şeyler olduğunu anlamaları fazla uzun sürmez. Zira zaman, mekân ve kader algıları, burada yeni baştan yazılmıştır. En yakındaki ses en uzakta belirirken geçmişten ve gelecekten ummadıkları anlar, kişiler ve olaylar karşılarında beliriverir. Tarlanın içinden çıkan herkes, gizemli bir oyunun ve paralel evrenlerde gerçekleşen kaderlerin birer parçasıdır. Bu süreçte tarlada kaybolduktan sonra onu aramaya çıkan eski sevgilisi Ross’un (Patrick Wilson) da dâhil olmasıyla Becky’i tüyler ürpertici bir kader beklemektedir. Peki, farklı şekillerde defalarca gerçekleşen bu kaderin nihaî sonundan kurtulmak mümkün müdür?
Ritüeller, şeytanî güçler, açıklanamaz gizemler ve büyülü bir gerçeklikle en başından sonuna dek yüksek bir gerilim sunan In The Tall Grass, Vincenzo Natali yönetmenliğinde ve Stephen King imzasıyla şüphesiz ki heyecan dolu ve bir o kadar başarılı uyarlamalar arasında yerini alıyor. Çağrıya karşılık verip ilk adımı atma cesareti gösterenlere de beklentilerin karşılığını veriyor.