Berlin yalnızca soğuk değil, aynı zamanda gereksiz derecede nizami bir yer. Daha önce Almanya’ya geldiğimde de aynı şoku yaşamıştım gerçi ama bugün anılarım tazelendi. Şöyle açıklayayım: Her sabah vermemiz gereken Covid testi için erkene alarm kurmuştum fakat tabii ki uyanamadım. Koşarak yataktan kalktığımda saat olması gerektiğinden biraz daha geçti. Üstüme valizimin tepesine top halinde koyduğum kıyafetleri geçirip koşarak dışarı çıktım. Şansıma, otobüsüme denk gelmiştim. Koşarak otobüse yetişmeye çalıştım. Aslına bakarsanız yetiştim fakat şoför beni içeri almadı. Resmi kalkış zamanından yarım dakika geç kalmışım ve otobüsün tekeri hareket etmiş. Size yemin ediyorum duraktan 5 metre gitmemişti. Yasaları boş verin. Tamam, yasada böyle yazıyordur haklısın şoför ama bu disiplinin gereği ne? Gerçekten yalnızca tebrik ve takdir ediyorum. Aklıma direk şu geliyor: Japonlar ve Almanlar dünyanın geleceğe açılan deliğiyse geri kalan dünyalılar, özellikle Akdeniz insanları buranın…
Bir şekilde metroyla gidip ilk gösterim olan Robe of Gems filmine yetişiyorum. Fipresci ödülünde iddialı olduğunu düşündüğüm Lucrecia Martel çekmişçesine bir ilk film. Yönetmeni Natalia López Gallardo’nun ismini ileride epeyce duyacağımız kesin. İlk filmiyle Berlinale ana yarışmasında yarışmak gerçekten büyük iş. Sinematografisi doyuruyor, hikayesi ise eh. Hadi bitsin artık diyerek filmi bitiriyorum.
Ardından Ursula Meier’in La Ligne’ini izliyoruz Berlinale Palast’da. Olağandışı bir salon, ortalama bir seyirlik. Yine de salondan mutlu ayrılıyorum ki bu yalnızca yirmi dakika sürüyor: Termosumu kaybediyorum. Termosun kaybolması beni herhangi bir şeyden daha çok yaralıyor artık çünkü her aldığım termosu maksimum iki hafta içinde kaybediyorum. “Potsdamer Straße ortasında uzun hava söylememem lazım.” cümlesini kendime hatırlatıyorum.
Aradaki filmden ziyade Quentin Dupieux’nün basın toplantısı benim için heyecan vericiydi. Mr. Oizo mahlasıyla elektronik müzik dünyasında saygın bir yeri olan yönetmen, gerçekten idolüm; veya idole yakın bir şey. En öne geçip sorumu hazırlıyorum ve gerçekten aşırı anlamsız bir soru soruyorum. Utanıyorum haliyle. Sohbet etmek için dışarıda kendisine seslendiğimdeyse bana sadece bir bakış atıp arkasına dönüyor.
Kalbimi kırıyor. Bir yandansa hak ettiğimi biliyorum.
Aradaki Claire Denis filmi Avec Amour et Acharnement sonrası beklemeden metroya koşuyorum ve Dario Argento’nun da katılacağı, kendisinin son filmi Occhiali Veri filmi için Friedrichstraße’ye ışınlanıyorum. Keşke acele etmeseydim çünkü kırmızı halı uzadıkça uzadı, planlanandan 40 dakika sonra gösterim başladı. Vasat bir film olsa da Dario Argento ile aynı salonda film izlemek tarifsiz bir keyif veriyor. En sonunda tüm ekip sahneye çıkıp dakikalarca “Grazie Berlin” demeleri çok eğlenceliydi.
Gerisi bana kalsın 🙂
Yarın görüşürüz.