Tam da günlerin iyiden iyiye kısaldığı, ışıkların sönükleştiği, bir çeşit puslu havanın gökyüzünde hüküm sürdüğü vakitteyiz, ekim ayı. Değişen iklime ayak uyduran ruh hâlimiz de ister istemez bu kasvetli havanın rengine bürünüyor. Bir huzursuzluk var sanki, diyoruz. Karanlık bir şeyler ilerliyor, geriyor, geriliyor. Nereden geldiği bilinmeyen bir korku tarafından adım adım takip ediliyoruz.
O hâlde tam vakti şimdi. Arkamıza yaslanalım ve ekimde gerilimin tadını çıkaralım.
Under the Shadow (2016)
Savaş, baştan sona bir şiddet, düşmanlık, karanlık ve korku sahnesi. Adının anılmasıyla bile insanın içinde yarattığı huzursuzluğa, bir de çaresizlik eklenince ne olur peki? Şüphesiz, iyi bir gerilim filminin sahip olması gereken çoğu unsur, böylece bir araya gelmiştir. İranlı yönetmen Babak Anvari de Under the Sahdow’la bunu gayet başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş.
Kurguya göz atacak olursak, film bizi doğunun 80’lerine götürür. Bombalar altında bir Tahran manzarası, her an patlamaya hazır bir mayın gibi gergindir. Bu karanlık atmosferin içinde Shideh, kocasının ısrarlarına rağmen şehri terk etmek istemez. Ev, onun için güvenli olan tek yerdir. Neticede orduda bir doktor olarak çalışan İraj, görev için şehirden ayrılmak zorunda kalırken karısı Shideh ve kızı Dorsa’yı Tahran’da bırakır. Bu ilk ayrılığın ardından etraftaki herkes yavaş yavaş ortadan kaybolacaktır. Çünkü insanlara saldıran yalnızca savaş gerçeklikleri değil, aynı zamanda insan elinin uzanamadığı metafizik dünyadan gelen birtakım varlıklardır. İlk olarak Dorsa etkilenir bundan. Tuhaf davranışlar sergilemeye, bazı gizemli görüntülere tanık olmaya başlar. Başlarda durumu, savaş ortamının oluşturduğu gerginliğe bağlayan Shideh, zamanla kontrol edemediği tehlikeli bir şeylerin, etrafını gittikçe sarmaya başladığını görür. Çaresizdir, korkmuştur ve oturdukları apartmandaki komşularının, binayı terk etmesiyle gittikçe yalnızlaşır. Film boyunca aşama aşama ilerleyen bu terk edilmişlik, insanı ayakta tutan “umut” unsurunu gölgelerken, umudun yerini dolduran korkunun şiddeti de böylece artırılmıştır. Buna, aydınlıktan uzaklaşıp gittikçe karanlığa bürünen sahneler de eşlik edince ortam, tam anlamıyla kapalı bir kutu içine hapsedilmiş olur. Anvari de seyirciye çaresizlik hissini bir kez tattırdıktan sonra korkunun iplerini eline almış ve kurduğu kapalı atmosferin içindeki her unsuru dikkatle değerlendirmiş. Bu anlamda diyebiliriz ki Anvari yalnızca filmi yönetmekle kalmamış, çaresizliğin insan psikolojisi üzerindeki etkisini kullanarak bir yandan da perdenin önündeki herkesin korkularını yönetmiş. Bize de, kendimizi yönetmenin ellerine teslim edip gerilimi sonuna kadar hissetmek düşüyor.
Fantastik korku filmlerinden ziyade paranormal bir gerilim arayanlar için tam kıvamında olan film, ilk gösterimini 2016 Sundance Film Festivali’nde gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra 89. Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film ödülüne aday gösterilmiştir. Salondaki yoğun gerilimden aldığımız izlenime de bakılırsa, dünya çapındaki yorumları haklı çıkarır şekilde adını, 2016’nın en iyi gerilim filmlerinden biri olarak duyurmayı hak ediyor.
I Am Not a Serial Killer (2016)
Piromani (kundakçılık hastalığı), altını ıslatma, şiddete ilgi duyma. Bunlar, öldürme eğilimine sahip olan kimselerde görülen bu üç belirtidir. I Am Not a Serial Killer da orta hâlli küçük bir batı kasabasında yaşayan John’un (Max Records) hikâyesini anlatmaya bu belirtilerle başlar. John, otopsi doktoru olan annesiyle birlikte yaşamaktadır. Annesinin mesleği dolayısıyla ölü bedenlerle iç içedir; tüm parçalama, ayırma, cesedin kanını boşaltma işlemlerinde annesine yardım eder. Fakat bu durum, henüz lise çağındaki John’da farkında olmadan birtakım tehlikeli dürtüyü tetiklemektedir, öldürme eğilimini. Bir rastlantı sonucu karşı komşularının, ormanlık bir alan yakınlarında cinayet işlemesine tanık olan John, bir çeşit haz aldığı bu olayın peşine düşmeye karar verir. Başlarda gayet normal bir yaşantıya sahipmiş gibi görünen komşusu Crowley’nin (Christopher Llyod), olaylar ilerledikçe aslında insan bile olmadığı ortaya çıkar. Bu noktaya kadar film, görsel açıları son derece ustalıkla kullanarak John’nun gözünden şüpheyi ve korkuyu, izleyiciye tam anlamıyla yansıtır. Bir yandan John’u dışardan gözlemlerken ara ara olayları onun gözünden ve hayal dünyasından görürüz. Yani gerçeklik ve John’un kurguları arasında denge kurmaya çalışırız. Ama yönetmenimiz Billy O’Brian, bu dengeyi çapraşık psikolojik gelgitlerle vermek yerine, kamera bakış açısının her değiştiği sahnede ufak bir “açıklığa kavuşma” unsuru yerleştirdiği için film boyunca gerilimin şiddetinin, beklentiyi karşılayacak kadar artmadığını söyleyebiliriz.
Kurguya dönecek olursak, John’un, komşusunun insan dışı bir varlık olduğunu öğrendiği noktadan itibaren film, fantastik bir gerilim hâlini alır. Artık bundan sonra bizi, bir çeşit kurt adam vakası beklemektedir. Crowley, hayatta kalabilmek için belirli periyotlarla insan kalbi yemek zorundadır. Dolayısıyla kasabada, sayıları gittikçe artan seri cinayetler baş gösterir. Buna bir son vermek isteyen John da Crowley’i durdurmak için kimseye belli etmemeye çalışarak elinden geleni yapar. Açıkçası ilk cinayet vakasına kadar şüpheyle örülü, gizemli bir gerilim atmosferi yakalayan film, fantastik unsurların ortaya çıkmasıyla birlikte vasat bir kurguya doğru ilerlemiş diyebiliriz. Çünkü öldürme eğilimi gibi merak uyandıran bir çıkış noktasının üzerine izlediğimiz “kurt adamı öldürme” macerası, filmin sonlarındaki yüksek gerilim beklentisini karşılamaktansa klasiğin ötesine geçemeyen hareketli sahnelerle yalnızca heyecan duygusunu tetikliyor. Dolayısıyla filmi tür açısından iki yarıya ayırsak, yanlış olmaz sanırım: ilk yarıda psikolojik gerilim ve sonrasında fantastik macera.
Oyunculuk anlamında Records, öldürme eğiliminin getirdiği belirtileri ustalıkla yansıtmış. Bu da filmin, bahsettiğimiz ilk yarısını ilgiyle izleten en önemli unsur. Teknik olarak da kamera açılarının dikkatle kullanımı, ekimde gerilim severler için I Am Not a Serial Killer’i tavsiye listemize ekliyor.
Under the Shadow filmi için “89. Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film ödülünün sahibi olmuştur.” ifadesi yanlış olmuş. 89. Akademi Ödülleri henüz dağıtılmış bile değil.