Dikkat. Bu yazı filmin sonuna dair spoiler içerir.
İnsan hiçbir zaman hiçbir şeyi elinde tutamaz
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
…
Mutlu aşk yoktur
-Louis Aragon, La Diane française, 1944
Kadın karşısındaki öğretmenlerle sohbet etmektedir. Çocuğunun çizdiği resimlere bakarlar. Eski çizdikleri ile yeni çizdikleri arasındaki farklara bakıp çocuğun gelişiminin olumlu yönde olup olmadığına dair yorumlar getirirler. Gülerler.
Derken odadan içeri erkek girer.
O da neşelidir. Trafikten dolayı geç kaldığını dolaylı yoldan ve esprili bir şekilde anlatır. Üstündekileri çıkarıp hızlıca masaya, kadının yanına oturur. Masadaki herkese selam verir ve herkesin elini sıkar. Kadın hariç. Ona göz ucuyla dahi bakmaz. Kafasını sallayarak ya da kaşlarını oynatarak dahi selam vermez. Kadın şaşkındır, bir cevap alabilmek umuduyla gözlerini erkeğe diker. Ama nafile. Erkek sadece çocuğunun çizdiği resimler ile ilgili gibi görünmektedir.
Birlikte yaşadıkları onca şeyden sonra, kadın erkeğin altı üstü bir selamını gerçekten hak etmemekte midir?
Birbirimizi yaralamak bir yana dursun, sevgi ve şefkat aşılamak üzere başladığımız ilişkilerde sadistik bir ego savaşına doğru yol almak çok olasıdır. Gerçek manada kucaklayıcı, anlaşılır ve dürüst bir sevgi dışavurumunun yerini, sado-mazoşistik tarzda karşıdakini kontrol etmek, ona sahip olmak ve onu incitmek menşeli bir güdü alır. Nitekim bu güdülerin hiçbiri bizlerin kontrolü altında değildir. İlişkinin üzerinde oturduğu mantığa dayalı ve gerçekçi olgular olsa da, içgüdüler yaydan fırlayan bir ok misali hislerimizi tetikler.
Bu yüzden anlayamayız; bir insanı bir okul koridorunda, bir dolmuş kuyruğunda, bir vapur telaşında ya da kalabalık bir caddede sadece gördüğümüz zaman niye kalbimizin yalnızca göğsümüzde değil; kolumuzda, bacağımızda, yüzümüzde, sırtımızda ve gözlerimizde yerinden fırlayacakmış gibi attığını.
İşte bunun için erkeğin kadını görmezden gelmesi gerçektir. Görmezden gelmek bir nevi kontrolü eline aldığının göstergesidir. Aralarındaki yanlış ve zarar verici (toxic) ilişkinin devam edemeyeceğinin sözsüz bir ifadesidir.
Peki, kontrolü eline alan gerçekten direksiyonun başında mıdır? Pek sanmıyorum. Direksiyonda her daim içgüdülerimiz vardır. Düşündüklerimiz ve bilinçli eylemlerimiz bu araçta sadece kısa süreli yolcular olabilirler.
Aldığı tepkiden sonra kadının artık yalnızca tek düşünebildiği erkektir. Resimlere baksalar da, sohbet devam etse de; bütün benliğiyle yalnızca onu düşünmektedir. Yarım bakışlar ve ağır kol hareketleri her şeyi anlatmaktadır.
Ancak sonra erkek bir şey görür. Kadın, ona erkeğin aldığı saati takmaktadır.
Erkek ilk defa kadının varlığını işte tam bu noktada kabul eder. Saate bakar ve kadına gülümser. Sohbet hâlâ devam etmektedir.
Efendi ve köle bu anda rol değiştirirler. Kontrolün kendisinde olduğunu zanneden efendi, kölenin ona biat ettiği için kontrolün kendisinde olduğunun bilincine varır. O anda tescillenir kölenin varlığı.
Erkek, çocuğun zarifliğini annesinden aldığını söyler. Belki biraz da babasından…
Kadın için dünya durmuştur artık. Erkeğin çenesini, ağzını, burnunu, gülümseyişini ve görüşmeyeli ağarmış saçlarını başka hiçbir şey duymaksızın pür dikkat inceler.
Boynundan doğru bir kaşıntı gelir. Biyolojik içgüdü.
Konuşma biter. Erkek kalkar. Masadaki herkese selam verir. Yine bir kişi hariç. Kaskını ve ceketini alır. Kadın erkeğe sitemkâr bir hoşça kal der. Erkek sadece belli belirsiz dudaklarını oynatır. Çıkar gider.
Her iki taraf da ne olup bittiğinin son derece farkındadır. İlişki hiçbir zaman tek taraflı bir olgu olmaz. Ne olup bitiyorsa, iki taraf için de olup bitiyordur. Sorun, olup bitenin iki taraf için de aynı olmaması ya da aynı algılanmamasıdır.
Maïwenn’in Mon roi’sında kadın da erkek de ama birlikte ama ayrı olduklarını bilmektedir. Sebebi ise, bilinse dahi her daim bilmemezlikten gelinir. Hisler imparatorluğunda tahta oturmaya herkes çekinir. Çekinmeyenler ise her daim en çok acıyı çekenlerdir.
İlişkiler de yaratıcı oldukları kadar yıkıcı hareketlerdir. Her iki taraf da birbirinin tahtını yıkmaya, iktidarını devirmeye uğraşır. Bu oyun, kazananı olmayan bir oyundur.
Derin iç çekişler, verilmeyen selamlar, sıcak tenler ve yarım bakışlar sonbaharda yapraklarla beraber kararır ve düşerler.
Ne silahsız askerlerin mermileri, ne sabah erken kalkan memurun gece aylaklığı, ne de nice pişmanlıkla ödenmiş kader ezgileri vardır artık.
Mutlu aşk olmadığı gibi, doğru ilişki de yoktur.